31 Ağustos 2015 Pazartesi




sana savaşı sorsam sheakspeare'den alıntılar yaparsın ama hiçbir zaman bir arkadaşının kafası kucağına düşmedi.bunun ne demek olduğunu bilemezsin! "
"sana sanatı soracak olsam bana okuduğun kitapları satmaya çalışacaksın.michalengelo hakkında çok şey biliyorsun değil mi?çalışmalarını,politik etkilerini,papayla olan ilişkilerini,cinsel tercihlerini,bütün çalışmalarını söylersin.ama sistine kilisesinin kokusunu söyleyemezsin.çünkü oraya gerçekten gidip o güzel tavana bakmadın.görmedin.
sana kadınları sorsam neleri sevdiğin hakkında bir sürü şey söylersin.hatta bir kaç kere yatmışsındır da.ama bir kadının yanında uyanmanın ve mutlu olmanın ne demek olduğunu söyleyemezsin.
sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın.ama bir kadının karşısında tamamen savunmasız kalmadın.sana gözleriyle hükmedecek birini görmedin.tanrı'nın seni cehennemden kurtarması için indirdiği melek olduğunu düşünmedin.onun meleği olmak nasıl bir şey bunu da bilmiyorsun.bir aşkı sonsuza dek paylaşmayı.her şeye rağmen.kansere rağmen.bir hastane odasında iki ay boyunca yalnızca elini tutarak sabahlamak ne demek bilmiyorsun. doktorun gözlerine baktığında "ziyaret saatleri"kuralının anlamsız olduğunu görmesi ne demek bilmiyorsun.gerçek kayıp ne demek bilmiyorsun.çünkü hiç bir şeyi kendinden daha fazla sevmedin.birini bu kadar sevmeye cesaret bile edememişsindir.sana bakınca kendine güvenen bir entellektüel görmüyorum.ürkek bir velet görüyorum. ama sen bir dahisin,bunu kimse inkar edemez.kimse senin derinliklerini anlayamaz.
sırf oliver twist'i okudum diye hayatının ilk dönemlerinde neler hissettiğini anlayabilir miyim?bu seni anlatır mı?
sırf kitap okudum diye seni anlayamam.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

bundan aylar önce izmir'de yamyam denebilecek bir şirketin müdürünün evladıyla konuşuyorum, "sana karı ayarlayayım" diyor, babayı tanıyorum yamyam. evladı ondan yamyam, bu insanların türk filmlerindeki kötü karakterlerden hiçbir farkı yok, daha da beterler aslında. çünkü sosyal statü olarak yüksek, varlıklı ve saygın insanlar. toplum onları el üstünde tutuyor, seviliyorlar. adam bana anlatmaya devam ediyor, "izmirin amı götü boldur, buralara gelip para karşılığı yatan çok fazla üniversite öğrencisi var" hadi ya diyorum, ankara'da duymadım hiç böyle şeyler. "ooo olmaz mı, ankara'da da çok kevaşe var, biz iş görüşmelerinde çok karı ayarlıyoruz" diyor.

benim midemi bulandıran şey, toplumun elit kabul ettiği kesimle, yükselmeye çalışan orta sınıf arasında kurulan bu iğrenç ilişki. yani bu adamlarla evlenmek için yanıp tutuşan kadınlar, sonra kolay para kazanmak için bu insanların üç kuruşluk muhabbetine meze olanlar. bunu kendine yediren kişi orospudur, bunu yaptıran da pezevengin önde gidenidir. bu insanları el üstünde tutanlar da bu dünyanın soytarılarıdır.

o yüzden hiç boşuna kolpa sıkmayın, tırmanmaya çalıştığınız merdiven bir gün çökecek, o kırık basamaklardan düşüp öleceksiniz. sattığınız ya da satın aldığını sandığınız şeyin değeri, değersizliğiniz kadardır. ihanet ettiğiniz şey ise, paha biçilemez bir şey, paranın satın alamayacağı, plaza kaşarlarının istese de erişemeyeceği bir şey, eskide kalmış bir şey, biz ona namus diyoruz ve bunun ne demek olduğunu, bu insanların muhabbetine meze olmanın ne kadar çirkin olduğunu anlayabilenler idrak edebilir.

ben o gün, zenginlerden nefret ettim. tam olarak o gün, tertemiz bir insan olduğumu iddia edemem, ama asla onlardan, ya da onların çemberinin içinde olanlardan biri olmayacağımı, bu insanların varoluş olarak düşmanım olduğunu 18 yaşımda anladım. insanlık, kendi onurunu böyle insanların dilinden korumaktır, yoksa bu hayatı bu kadar iğrençleştiren şeylere karşı elinizde hiçbir şey kalmaz, insanı bir satılık mal olarak görenlere karşı elinizde tek bir koz bile kalmaz. bu hep böyleydi, her zaman da böyle olacak.

30 Temmuz 2015 Perşembe


bir gün  2 arkadaş birde yanımızda kuzenim oturuyoruz, bir gün para harcayalım dedik kızılay konur’a yakın bir mekanda oturmuş içiyoruz. yan masada kalabalık bir grup var kızlı erkekli, biz tabi sap sap oturduğumuzdan üçümüzün de gözleri kenara kayıyor. kızlar baya güzel, masanın bir çekiciliği var. kuzenim atladı, "ya arkadaş, şu halimize bak, bu ne biçim gençlik, şöyle bir ortam yok ya bir ona yanıyorum şu kızın yanında oturan adam olmak isterdim, kıskanıyorum onu."

bundan daha yalın bir şey olamaz herhalde, yani zengin bir masanın etrafında cıvıl cıvıl oturan insanlara bakan 3 sap oturuyoruz. doğal olarak kıskanıyoruz da, orada değiliz çünkü, genç bir insan için yüreğinde oturan en büyük ağrı, böyle uzak kalmaktır, hayatın ışıltısına dair her şeyin dışında kaldığını hissetmektir.

halbuki o masada oturanların kendi arasındaki iğrenç ilişkiyi, mıymıntılığı, samimiyetin altındaki maymunlukları o adamlar da kadınlar da görecek değil mi iki üç sene içinde. bizim fesat beyinlerimiz erisin diye değil, bu hayata güzel olan her şeyin kirlenmeye olan eğilimini anlayamamaktır bu. sahip olduğun samimi dostluğun içinde bulunduğu saplık ve yokluğun, o masaya yeğ olduğunu anlattım ben de, biliyorum çünkü, o masa kalktıktan sonra herkesin vızır vızır birbiriyle mesajlaşıp girişecekleri maymunlukları biliyorum ki benim okul hayatı içinde bu şebekliği hor görmemin tek sebebi buydu. o sofra halil ibrahim sofrası gibi kimsenin yediği lokmanın ve ettiği lafın kimseye batmadığı bir yer değil, aksine yutulamayan lokmaların ve dile getirilemeyen kıskançlıkların gerginliği altında iki üç kızın güzelliğinin örttüğü bir bok yuvası. geçen vaktin ardında ne o hırs biter, ne de kırgınlıklar, o yüzden kafanın sakin olduğu yer senin yegane yuvandır. 90 dakikalık maçın 30. dakikasında moral bozmaya gerek yok.

üniversitede ne fark edeceğim bilmiyorum ama ben mutsuz olacağını kabullenen bir insanım zaten, bunu anlamam uzun sürmedi. durmadan yalan söyleyen, çıkarcı, yavşak insanlar olunca çevrenizde, böyle düşünmeye başlıyorsunuz. bir de çok düşünüyorsanız, kimse mutlu olamaz gibi geliyor, asıl mutlu olduklarını zannettiklerimiz de mutlu olamaz gibi geliyor.  çünkü herkesin mutlu olmak için (aslında egolarını tatmin etmek için) hırs yaptığı, kimsenin kimseyi tanımadığı, hiç beklemediğiniz yerden kazık yiyebileceğiniz, acımasız bir dünyada kimse kendini gerçek anlamda mutlu hissedemez. yalnız kalmayı denersiniz, gene mutsuz olursunuz. çevre edinirsiniz, gene mutsuz olursunuz.insanlar hırslarından öfkelerinden vazgeçmediği sürece her şey böyle olacak,

her şey çıkarlarımızla ilgili olmuş. birine aşık olduğumuzda bile asıl hoşlandığımız şeyin aşık olduğumuz kişinin bizde yarattığı his olduğunu kavramalıyız bence. en basitinden bir iyilik yaptığımızda duyduğumuz tatmin, 'ne kadar da iyi insanım ben' hissi. her şeyin aslında tamamen kendimizle alakalı olduğu, ne kadar bencilmişiz. insanlık tarihinin başlangıcından beri bu böyle. insanı insan yapan "değerler", kıskançlıklar kinler vs. hayata hiç olumlu bakamıyorum. üniversiteye de öyle. umarım hepimizin karşısına samimi insanlar çıkar. ama önce biz samimi olalım.


11 Temmuz 2015 Cumartesi








 tercih dönemini geçtiğimiz şu günlerde üniversitede aileden ayrı yaşama konuları türemiş durumda şu an her yerde. hayat burada sürekli genelleme yapan insanlarin sunduğu gibi toz pembe degil. o kadar basit olsa nasil devam ederdi acaba gercekten merak ediyorum. buradaki şekilci, bol keseden sallayan insanlarin dediği gibi olsa her şey...halbuki öyle olmuyor.

çoğu zaman bu şekilcilerin anlayamacağı şekilde insanlar bazı şeylere mecbur kaliyor, ellerinden başka bir şey gelmiyor. sana bedavacı denilirken yaninda yaşadığın ailene hem okuyup hem de bakmak zorunda kalabiliyorsun mesela. var böyle insanlar. buyumeden hastaliklarla uğraşır bulabiliyorsun kendini, ya da birilerini kaybettigin icin geride kalan yıkılmış kisiyi toparlamak sana düşüyor, tek basina ne kalabiliyorsun ne birakabiliyorsun. en yakinlarin düşman olabiliyor, düşman olunani terk edemiyorsun. boyle arkadaslarim var.

yemek yapmaktan, don yikamaktan bahsediliyor. hayati ogrenmek; makarnadan baska yemek yapmayi becerince olabilen bir sey degil, öyle olsaydi keske. don yikayarak hayatin gercekleri görülebilseydi. ya da kıçını kaldirip markete gittin diye zorluklari goguslemis olsaydin. eve kiz arkadas getirmekle, icip sicmakla buyumus olsaydin. kolay olurdu gercekten, bu kadar aci olmazdi. 

kendi ayaklarının üzerinde durmayı, kendi kendine yetebilmeyi öğrenmek için aileden ayrı bir şehirde okumak bir gereklilik ya da şart değil. zaten okul süresi boyunca masrafları aileleri tarafından ve burslar ile karşılanmaktayken, bu nasıl kendi ayakları üzerinden durmak? ailesinden sevdiği birini kaybetti diye geri kalan kişinin yanında mecburen kalmak zorunda hisseden insanlar var oldukları sürece bu konulari hic tartismamaliyiz bence.

27 Haziran 2015 Cumartesi

iki buyuk gezi planim olmasina ragmen ani bir kararla karadenize gitmek zorunda kaldim. sirf bu geziyi universite tercih donemimde yaptigim icin ailemle tartistim. arkadaslarimla bir sureligine iliskimi kesmistim. yaklasik dort bes gun oldu ve sonunda telefonlarin cektigi bir yer buldum dostlar. telas icinde hemen yazi yazma karari aldim. amasranin kalesah mevkiinin daha bir uzaginda ormanlarin arasinda yuzlerce kurbaganin cirit attigi ve internetin telefonun cekmedigi issiz bir evde kaliyorum su an kuzenimle beraber.

yolda giderken her adimimda yeni bir sey ogreniyorum. Dunya degisiyor cunku kalbim buyulenmis gibi. Gunesin ormanlik daglar uzerinden dogdugunu ve uzaklarda serin kiyilarda battigini gordum. Gece gokyuzunde bir duzen icindeki yildizlari gordum. Mavilikler icinde bir kayik gibi yuzen hilal seklinde ki ayi gordum. Agaclari yildizlari hayvanlari bulutlari ebemkusagini kayalari otlari cicekleri cayi ve irmagi gordum. mavi ve soluktular. Kuslar otusuyor,arilar vizildiyor, ruzgar cilek tarlalarinda gumussu pariltilarla esiyor. butun bunlar,bu binbir cesit ve rengarenk her sey var olmustu hep. gunes ve ay hep parlamis irmaklar cagildamis, arilar vizildamisti ama butun bunlar daha once benim icin gecici ve aldatici bir seraptan ote bir anlam tasimamisti, kuskuyla bakmistim hepsine,töz olmadiklarindan, töz denen sey gorunurlugun arkasinda sakli yattigindan ,dusuncelerin agina yakalanip yok edilmeye mahkum nesneler bilmistim bunlari. Oysa simdi ozgurluge kavusmus gozlerim nesnelerin ardinda degil on tarafinda duruyor ve boyle bakinca boyle aramadan boyle yalin boyle cocuksu bakilinca guzeldi dunya. ay ve yildizlar guzeldi, guzeldi cay ve sahil, orman ve kaya, keci ve ugurbocegi ,cicek ve kelebek guzeldi. guzel ve ic aciciydi dunyayi boyle gezip dolasmak boyle cocuksu, boyle uyanmis cevresine karsi kucak acarak, guvensizlikten bu kadar uzak...

gunes insanin basini bir baska turlu yakiyor, ormanin golgesi bir baska serinlik veriyordu, bir baskaydi cayin ve sarnicin, bir baskasiydi muzun ve erigin tadi. haz ve zevklerden gecilmeyen bir yelken gibi dolu ve dizgindi her sey. korkuya kapilmis cirpinan kucuk baliklar govdeleri isil isil parildayarak rus kefallerinden kumeler halinde yildirim hiziyla kaciyordu. karadenizin engin sularina taa kirim aciklarindan goc eden rus kefalleri sabirsiz ve atak bir sekilde suda olusturdugu telasli girdaplardan bir guc ve tutku tutuyordu duman duman. butun bunlar otelden beri vardi ama ben gormemistim. eskiden baska yerdeydim simdiyse yanlarindayim hepsinin onlardan biriyim. gozlerime isik ve golgeler kalbime ay ve yildizlar doluyor..
 bir kac hafta daha burada kalip yolculuga devam edecegim dostlar. hepinizi seviyorum

22 Haziran 2015 Pazartesi

otostopla ege akdeniz turu

interrail avrupa turu planlamalarından önce prova olarak önce kendi ülkemizi gezme planları yapmaya karar verdik. geçen sene ankara'dan başlayarak iç anadolu'yu ve mersin üzerinden akdeniz gezisi yapmıştık, şimdi daha farklı bir şey deneyerek otostopla ege üzerinden akdeniz turu yapmak istiyoruz. takipte kalın.


güzergah şu şekilde

ankara
eskişehir
bursa
çanakkale
ayvalık
izmir
kuşadası
didim
bodrum
marmaris
fethiye
kaş
kemer
antalya
ankara


karakter parcaciklari

bazı kitaplar gençliğin devrimini yapar. "yeraltindan notlar"benim için akdeniz yollari demektir, "hayyamin rubaileri" ise ormanin kokusu.

nietzsche'nin okuduğum her kitabı derin bir yaşamın nehriydi, sartre / kierkegaard ile varoluşçuluğa, camus ile absürdizme ve ölüme inandım.

tolstoy, kafka ve elbette dostoyevski ile her şeyi büyüttüm. Ama şu kadarcık hayatımda, onların söyledikleriyle daha bir zor yaşadım.

kendime koskoca bir kütüphane kurdum, türlü düşünce kalıplarında yüzdüm, yazdım, çizdim ama hiçbir insanın hayatında yer edin/e/medim.

bunların altına "kibir" örmeksizin her türlü insanla konuştum, dinledim, değiştim. Şimdi mutlak yalnızlık ve iğrenç bir sancıyla birlikteyim

yaşamdan tek gayesi kari kiz kovalamak olan ve paraya tapan erkeklerden olamadım, bu keşmekeş çağda bundan onur duyuyorum.

"birkaç ortak konuyla" tavlanırdım kimine göre, kimine göreyse kalpsizin tekiydim, ben kendimi, kendi köşemde, hiçbir şey olarak tanıdım.

bu dipte ya da zirvede olmak demektir. kierkegaard'ın dediği gibi "melankoli sırdaşımdır." bu yüzden bir süre daha dipteyim, teşekkürler

19 Haziran 2015 Cuma

haftalik aforizma - 2




Önemli olan kendi kendimize yalan söylemememiz. Kendi kendine yalan söyleyip söylediği yalana inanan kimse sonunda işi, kendi içindeki, çevresindeki gerçekleri tanımamaya, bunun sonucu olarak da kendisine ve çevresindekilere saygı duymamaya dek vardır. Kendi kendine olan saygısını yitirince içinde sevgi diye bir şey de kalmaz insana. İçinde sevgi olmayınca oyalanmak, eğlenmek için kötü tutkulara, iğrenç şehvete bırakır kendisini, hayvanca yaşamaya başlar. Bütün bunların tek nedeni, insanın çevresindekilere ve kendi kendine yalan söylemesidir.
- Fyodor Dostoyevski

Sakın, ülkenize ve vatanınıza aitsiniz safsatalarına inanmayın. Yaşamı başka yerlerde arayın. Sizin kimliğinizi oluşturan isminiz, milletiniz, ırkınız ya da dininiz olamaz.
- Milan Kundera

Bir intihar olayı okuyunca, insana buz gibi ter döktüren şey, pencerenin demirlerinde asılı duran narin ceset değil, intihardan hemen önce o kalpte olup biten şeydir.
- Simone De Beauvoir

"Huzur mu istiyorsun; az eşya, az insan."
 -Franz Kafka.

İnançlarım için asla ölmem, çünkü yanılıyor olabilirim.
- Bertrand Russell

Hayat öyle lanet bir şey ki; sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadığın için kahreder.
- Charles Bukowski

Kilise ve toplum öyle kabul etsin ya da etmesin, aşkla kutsanmamış, doğal olmayan bütün birliktelikler fahişeliktir.
- Emma Goldman

Kesin bilgi ancak çok az bildiğimiz zaman mümkündür. Bilgi miktarımız arttığında şüphemiz de artar.
- Johann Wolfgang von Goethe

İnsanın insana yaptığı dünya tarihindeki en üzücü bölüm. Dünyadaki insanların hikayesi büyük oranda insanların hoşnutsuzlukla, toplum genelinden farklı olanların üzerine saçtığı onursuzluk, alçaklık suçlamalarının, işkencelerin ve ölümlerin hikayesi.
- George K. Anderson

İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa eğer; Payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiği; Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.
- Lev Tolstoy

Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek değil de insanı çelmelemek içindir sanki.
- Franz Kafka

Bütün hükümet modelleri yanlıştır. Hepsi yetersizdir, çünkü insanın doğal ortamını değiştirmeye çalışırlar; ahlakdışıdırlar, çünkü bireye müdahale ederek en saldırgan egoizm formlarını üretirler; cahildirler, çünkü eğitimi yaymaya çalışırlar; öz-yıkımcıdırlar, çünkü anarşi doğururlar.
- Oscar Wilde







17 Haziran 2015 Çarşamba

turgut uyar - palyaco


turgut uyar imzasıyla bildiğimiz ama aslında onun olmayan bir şiir vardi sürekli dilime dolanan, palyaço. 

kesinlikle amatörün amatörü olduğumu düşünüyorum zaten kendi kendime öylesine yaptığım bi şey bu. hatta biraz savsaklamis dahi olabilirim. zaten mikrofonum falanda yok dandik cep telefonumun ses kaydedicisini kullandım aleti hareket ettirirken çıkan hışırtılar bile sesimden daha net duyuluyor durum o kadar vahim yani dediğim gibi kendi kendime yaptığım önemsizce bi şey bu.

  bide bu movie maker kadar lanet bi program yok ses kalitesini 96kbps'ye kadar indirdi galiba. eğer kaliteli kulaklığınız yoksa hiç açmanıza bile gerek yok siz şiiri okuyun yeter.











kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının

belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

kim sevmezdi çiçekleri filan
"ben sevmezdim" dedim, "yalan" dedi

bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım

herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bugünlerde

ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz

umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sessizce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte

rakı doldurun! eksilmesin

bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz

hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
"duyamadım", derdim, "tekrar et! "
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz

hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,
diyorum

kahrol, kahrol!
diyorum

geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
"olur öyle" dedi palyaço,
"herkes alçaktır biraz"
"otur ulan! " dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz

"rakı doldur! " dedim, "eksilmesin! "
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim

ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim

örneğin;

geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim

ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz

kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
"ben sevmezdim" dedim, "yalan"
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz

bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz

haydi sirtaki yapalım palyaço

rakı doldur, yine eksildik biraz

15 Haziran 2015 Pazartesi

1k kitap derecelerim (yeraltından notlar ve dönüşüm)


geçenlerde benim gibi kitap aşıklarının olduğu bir site keşfettim. 1000kitap. hemen kaydoluverdim, sosyal paylaşım sitesi, facebook twitter gibi ama tamamen kitap üzerine kurulu. okuduğun, okumayı düşündüğün, şu anda okuduğun, yarım bıraktığın kitapları arşivleme olanağı sunuyor. ayrıca kitap ve yazarlarla ilgili bilgiler, haberler, fotoğraflar, röportajlar yer alıyor. kısaca her yönüyle faydalı içeriğe sahip bir site. reklam gibi oldu biraz farkındayım ama boyle ozendirici siteler de cogalsin isterim yani. o kadar içine aldı ki beni lys matematik sınavı zamanında keşfettiğim bu site yüzünden sınav haftasında ders çalışmak yerine burda aklımdan geçen yazıları yazmaya koyuldum hemen. gerçi bu blog sayfasına yazıyordum ama orada daha geniş kitlelere de ulaştırmak lazım diye düşündüm.

kafka'nin dönüşüm romani hakkinda analiz niteliğinde bir yazı yazdım hemen, koskoca sitede o yazımın günün en beğenilen yorumu olması baya bi hoşuma gitmişti. derken ardından hayatimin kitabı olan başucu eserim, yeraltından notlar hakkinda uzuuunca bir yazı yazmıstım yine. yorumlarım hep site yorumlarinin ortalamasindan uzun olduğunu farkettim zaten.

bu iki yazım geçen haftanun en beğenilen birinci ve ikinci yorumu seçildiler. kendimi bir yarışmada hem birinci hem ikinci olmuş gibi hissettim :D okuyanlar için pek bir şey ifade etmeyebilir ama ben gerçekten çok mutlu oldum. yazıları da buraya kopyalayım hemen hatıra kalmasını istiyorum. sizde okuyup bir şeyler kattıysanız kendinize ne mutlu bana. beğenen herkese çok teşekkür ediyorum.






interrail avrupa gezisi planlari



eveeet. sayfanin hiti son zamanlarda hic beklemedigim kadar artmısken bu konuyu yazma kararini aldim.



gelecek yaz gerceklestirecegimiz uzuuun bir avrupa yolculugu icin simdiden yazı yazmaya basliyoruz. bu sayfadan sürekli her şeyin en ince ayrıntısına kadar yavaş yavaş sizleri bilgilendirmeye calisacagim. ayrica bu hikayenin icine bilgili oldugum konularda da tavsiyeler vermeye caliscam. sonucta sadece gidip ot gibi  gezip donmucez dimi? kültür sanat sepet edebiyat film müzik yemek gibi konularda çok az bilinen bilgileri burada yazilarin icine yedirmeye caliscam. bu konuda çok iddaliyim, gerçekten çok şaşıracaksiniz. örneğin istanbul ayasofya'da ki mozaikler ile roma'da sistine chapel duvarlari arasindaki baglantiyi, van gogh tablolarinda ki patates figürlerinin bizim nevşehir'de bulunanlarla benzerliklerini, woody allen'in midnight in paris'te gosterdiği sokaklar, picasso ve hemingway ilişkileri, tarantino'nun amsterdam'da senaryosunu yazdigi mekanlar,prag sokaklarinda pink floyd dinlemeler, viyana saat kulesinde ingilizce şiirler okumalar, franz kafka'nin mezarinin basinda aforizma dinletileri, bir sayisal ogrencisi olarak atomium'da organik kimya serzenişleri,ünlü filmlerde ki ve kitaplarda ki kültleşmiş manzaralar ve daha aklima gelmeyen bir çok şeyi yolculuk yazilarinin içine yazicam ki diger seyahat bloglarindan farkim da zaten bu olacak.

pasaport vize islemleri, ucak biletleri, yolculuk rotasi, gezilmesi gereken yerler, yemekler, maliyetlendirmeler, yemekler ve daha bir cok seyi yazicam. aklinizda soru isareti kalmayacak sekilde kili kirk yararcasina yazmak istiyorum. yazdikca hem kendimde planlamis olcam.simdi bu macera icin kaba taslak bi sekilde su an kafamda olan planlari yazmaya baslayim kisaca. bu baslik surekli guncellencek ve yenilencek.
az parayla iyi yolculuk nasil yapilir hepsine tanik olacaksiniz.
gelelim interrail tren biletlerine. Öğrenci adamız sonuçta, bileti 21 günlük 10 flexi almaya karar verdik ve fiyatı 281 euro. bilet fiyatlarına buradan göz atabilirsiniz. https://tr.rail.cc/interrail
öncelikle bu işin en sıkıntılı kısmı rotanızı ayarlayabilmek. rotayı belirlerken kıstaslarımızda önceliğimiz interrail bileti. sonra da görmek istediğimiz yerler. zaten her yeri görmek istediğimiz için çok zor olmucak bu J Ama interrail bileti bambaşka bir konu.  Mesela trene akşam 7’den sonra binerseniz ve sabah saat 4’den sonra orada olursanız ertesi günün tarihi yazılıyor. dolayısıyla bileti en etkili nasıl kullanabileceğimizi bulmalıyız.
Ben şimdiden kendi kafamda programsız yaptıgım planımı buraya eklicem, her şeyi planladıktan sonra o rota’nin ne kadar degisecegini goreceksiniz.
Şu an 3 kişi gitmeyi planlıyoruz ve eğer atıyorum 9 şehir gezecek isek şehirleri 3’er 3’er paylaştırmayı planlıyorum. Her birimiz görülecek yerleri; konsoloslukları; hostelleri, meşhur yemekleri, barları vs. araştırmak zorunda.
Biz hostellere verecegimiz para yerine sokaklarda, garlarda, kamp alanlarında çadırla ve uyku tulumuyla kalmayı planlıyoruz. Ayrıca couchsurfing’de bizi eğlenceli bulup evine davet eden arkadaslar cikti. Yani kisaca konaklamalara verecegimiz parayi eğlenceye ve müzelere verecegiz.
çoğu sayfalarda güney rotasını öneriyorlar. Yunanistan, İtalya, İspanya, Fransa şeklinde. Oysa ben sadece Roma’da hayatı boyunca gezebilecek bir insan olduğumdan kendimi kısıtlamak istemiyorum. bu yüzden interrail maceramı ilk roma’dan başlatmayı planlıyorum ki biletin süresi başlamadan istediğim kadar roma’da zaman geçirebileyim…
Birinci yapmamız gereken şey roma’ya uçak bileti almak ve bunu olabildiğince erken yapmamız gerekiyor. bir ay önceden onur air, pegasus gibi yerlerden en ucuz 150 liraya kadar roma bileti bulmayı başarabildim. Sizde erken rezervasyon kovalamayı ihmal etmeyin.

Şu an planladığım  rota böyle. 12 şehir, 8 farklı ülke. ama dediğim gibi sadece şu an. daha çook şeyler değişecek. belki avrupada yaşayan akrabalarımızda kalma durumumuz olacak, belki yolda tanıştığımız diğer gezginlerle beraber yolumuzu değiştirmek zorunda kalcaz, belki aşık olup sevdiceğimizle daha fazla vakit geçirmek isticez, belki bir yeri çok sevicez ekstradan bir gün daha kalmak isticez. dediğim gibi her an her şey olabilir her şey değişebilir ama kafamda planladığım ve istediğim rota şu şekilde;

Roma (İtalya)
Floransa (İtalya)
Venedik (İtalya)
Viyana (Avusturya)
Prag (Çek Cumhuriyeti)
Berlin (Almanya)
Amsterdam ( Hollanda)
Brüksel  (Belçika)
Brugge (Belçika)
 Paris (Fransa)
 Madrid (İspanya)
 Barcelona (ispanya)







10 Haziran 2015 Çarşamba

nasılsınız?

Nasılsınız pornografi manyakları? Nasılsınız avon kataloğunun yarısı kadar kitap okumayanlar? Nasılsınız kız düşüremediği için tanrıya isyan edenler? Nasılsınız ailesini beğenmeyip kendini İsa sananlar? Nasılsınız mankafalar? Nasılsınız?! Mutlu musunuz? Öğrenci hayatı yaşıyorum deyip sarhoşluktan başını kaldıramayanlar? İki tane felsefe kitabı okuduktan sonra filozof kesilenler? Artık intihar etmez misiniz?
Peki siz nasılsınız dindar tecavüzcüler? Kadını mal gibi görenler? Nasılsınız tanrıya sadece kendi çıkarları için ellerini açanlar? Nasılsınız sırf ayıplanmamak için camiye koşanlar? Nasılsınız yolda göt bacak kesip, kendi karısının kızının sevgilisinin giyimine karışanlar? Nasılsınız sinemalarda, parklarda sakso çekerek kasıklarındaki dudakları evleneceği erkeğe sakladığını söyleyenler? Nasılsınız kendisini iyi ya da güzel hissetmek dışında sadece dikkat çekmek için bir ton makyaj yapanlar?

Peki, peki siz nasılsınız efendiler? Doymadınız mı daha halkımın kanını içe içe. Siz nasılsınız rakılarla, viskilerle, şaraplarla ülkenin yoksulluğundan dert yananlar? Siz nasılsınız her geceyi bir kadınla geçirip, namustan ahlaktan bahsedenler? Nasılsınız?! Nasılsınız kendisinden başkasını beğenmeyenler? Nasılsınız başkasını dinlemeyenler? Hala revolveri kafanıza dayayıp sıkmayı düşünmüyor musunuz?!

hiç

9 Haziran 2015 Salı

haftalik aforizma - 1



Ahlaki kesinlik her zaman kültürel geriliğin işaretidir. Kişi ne kadar az uygarsa, tam olarak neyin doğru, neyin yanlış olduğundan o kadar emindir. İnsanlığın tüm ilerlemesi, ahlaki alanda bile, şu an ki ahlaki değerleri körce savunup, başkalarına zorla uygulatmaya çalışanların değil, bu ahlaki değerlerden şüphe edenlerin eseridir. Gerçekten uygar bir insan, sadece bu alanda değil, her alanda her zaman şüpheci ve hoşgörülüdür. Onun kültürü “tam emin değilim” cümlesine dayanır.
- H. L. Mencken

Acılı bir hayatla hayatsızlık arasında bir seçim yapmamı söyleseler, hiç duraksamadan acılı hayatı seçerim. İnsanlar hayatın ne kadar kötü olduğunu söylerse söylesinler, ben umudumu asla kaybetmedim. Henüz nasıl umut kaybedileceğini öğrenmedim.
- William Faulkner

Hangisi daha tehlikeli: fanatizm mi yoksa ateizm mi? Fanatizm kesinlikle birkaç bin daha tehlikeli; ateizm asla kanlı bir tutku vermez insana ancak fanatizm verir; ateizm suçun karşısındadır, fanatizm ise suçu işlememeye yönlendirir.
- Voltaire

Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır.
- Konfüçyüs

Yanlış bir argumanın ilacı, daha iyi bir argumandır. Fikirlerin bastırılması değil.
- Carl Sagan

Sevdiğimiz bir kişi öldüğü zaman, sağ kalmak suçunun kefaretini yüreğimize işleyen yeğin bir pişmanlıkla öderiz.
- Simone de Beauvoir

Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan akıllıyım.
- Sokrates

Kapitalizmden sosyalizm yaratmak omletten yumurta yapmaya benzer.
- Vadim Bakatin

İnsan kolay inanan bir canlıdır. Bir şeylere inanmak zorundadır. İnanmak için iyi bir sebep bulamadığında, elindeki kötü sebeplerle yetinir.
- Bertrand Russell

Bana bir toplumun neye güldüğünü söyle sana ne için adam vurabileceklerini söyleyeyim..
- Stanislaw Jazek

Yaptığım şey evrenin başlangıcının bilimsel kurallarla açıklanabileceğinin mümkün olduğunu göstermekti. Bu sayede, evrenin başlangıç kararının bir Tanrı’ya başvurularak açıklanmasının gereksizliği ortaya çıkar. Bu bir Tanrı’nın olmadığını kanıtlamaz, sadece Tanrı’ya bir ihtiyaç olmadığını gösterir.
- Stephen Hawking

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür.
- Mahatma Gandhi


21 Mayıs 2015 Perşembe

hiperaktiflik

"kafanın içinde düşünceler tv kanalları gibi sürekli değişiyor ama kumanda sende değil" şeklinde anlatılan bir hastalık, hayatımın hastalığıdır hiperaktiflik...

hiç olmadık şeyleri unutur. önemli şeyleri önemsiz görürsünüz. sorumluluklar ağır gelir ve boşveeer demek daha kolay gelir. her işi son ana bırakırsınız. sonrada kendinizden nefret eder oturur çare ararsınız.

şimdi bütün o sıkıntıları hastaligin semptomlari ile kiyaslayacak sekilde 16 maddede inceleyelim. benim gibi hiperaktif olanlar illa ki yedi sekiz tanesini tutturacagina eminim. merak edenler için basliyorum yazmaya.









1

düşüncesizce ya da umursamaz davranıyor gibi görünürsünüz.karmakarışık, ne istediğini bilmeyen, sorumsuz bir insan izlenimi bırakırsınız.

2 

birbiriyle alakasız, dürtüsel iniş çıkışlarınız çevrenizdekileri rahatsız edebilir, dikkatlerini dağıtabilir. dolayısıyla sizinle birlikte yaşayan kişileri huzursuz etme olasılığınız yüksektir.

3

dikkatinizi sürdürmede zorlandığınız için uzun vadeli planları gerçekleştirmede zorlanır, sık sık bu konuda panik yaşar ve bazen de yaşatırsınız. her şey hemen o anda olsun istersiniz, öyle davranırsınız. oysa öyle bi dünya yoktur ve bu tutumun sonucu sizi kaçınılmaz olarak depresyona yöneltir. üniversite sınavına hazırlanmam gerekiyordu bu sene, gerçekten ders çalışmam gerekiyordu fakat bu seneye kadar hiç oturup yarım saat dahi ders çalışamadığım için kendimi beş para etmez bir insan gibi hissettim, hala öyle hissediyorum. kitabın başına oturuşumdan kısa bir süre sonra kendimi bambaşka bir dünyada bambaşka bir insan olarak düşünürken buluyorum.






4

konsantrasyon gerektiren hiç bir etkinliği layıkıyla yerine getiremezsiniz.
lise yillarinda ayni anda film seyrederek ve bir yandan test yapmaya calisip diger yandan da dergi okuyarak annenin sinir krizi gecirmesine yol açarsınız.

derslerde uyurum genelde ya da 15 dakika gecmeden sınıfı terkedesim gelir her seferinde. bu zamana kadar bir tane bile defter bitirmisliğim yoktur. Bir isi basindan sonuna kadar kesintisiz asla yapamam. mesela ödevlerin tamamini hic yapamamisimdir.  cünkü 2 kelime yazarim, sonra internette takilirim , sonra bi müzik dinler, mesaj atarim birilerine, sonra yine ödeve dönerim vs.vs



5

yarım kalan bir işi orda olduğu gibi bırakıp bir yenisine geçer, sonra onu da yarım bırakıp bir öncekine döner bu ikisi arasında mekik dokur, tamamlanma sürecini daha da uzatır ve de zorlaştırırsınız. bu nokta benim için can alıcı çünkü yarım kalan işler ve belirsizliklerden nefret ederim. dolayısıyla bu tavır rahatsızlığın bana en çok acı veren boyutlarından birini oluşturuyor.

6

çalışma düzeniniz yoktur, fazlaca oyalanırsınız. mesela 20 gün sonra gireceğim bir lys sinavim varken oturup bu yaziyla uğraşıyorum sanki tüm millet bu sikindirik konuda bilgilenmek için can atıyorlarmışcasına.







7

 unutursunuz sık sık.
iki dakika once bana soyleneni hatirlayamam, dinlemem bile ama 10 sene önceki spider-man filminin repliklerini ezbere hatirlarim, yapmam gerekenleri, sorumluluklarimi hatirlayamam, hatirlarim gecistiririm, hatirlarim eyleme gecinceye kadar unuturum, hatirlarim basladiktan sonra baska isle ugrasmaya dalarim unuturum, baslarim sikilir birakirim, uyuyamam, kendimi uykuya gitmeye ikna edemem, uykuyla savasirim, uyuyunca uyanamam, uyanirim uykum vardir, yorgunluk daimidir

8

konuşmada daldan dala atlar, yeterince iyi dinleyemezsiniz isteseniz bile. atlarken ilk ne anlatmaya basladigimi unuturum, ders dinleyemem, insan dinleyemem, dinlerken besinci dakikadan sonra baska hayal alemlerine dalarim, dinliyomus gibi yaparim, mutemadiyen fast forward dusunceler gecer kafamdan, hic birine odaklanamam, yakalayamam..
takım ruhuyla çalışamaz, bir oyunu bile kurallarına göre oynayamazsınız. çocukluğumdan beri kurallarla zorum vardır misal, hepsini öğrenmeye o kadar üşenirim ki ihtiyacım olduğu kadarını öğrenip onunla idare ederim hep. kuralına göre oynamıyorsun dediğinde insanlar sinirlenirim. tamam o zaman oynamıyorum ben de derim.

9

otururken kıpır kıpır kıpırdanmak, yerinde duramamak, uyurken bile hareket etmek.. önce cocuklugunuzda kıçında kurt var bunun derler, maymun istahli, merakli ve yerinde duramayan bir canavarsinizdir. çocukken yorgan battaniye ne varsa hep ayağıma dolanırdı, bazen yataktan düşerdim, bide uyurgezemişim, üç dört defa babamın beni dışarda sokakta yürürken uyandırdığını hatırlıyorum.  bi koltukta sabit bir biçimde 10 dakikadan fazla oturabildiğim görülmemiştir. ömrümde en sık duyduğum söz "bi dur onur" olmuştur diyebilirim.







10

"her zaman gitmeye hazır olma" bu kilit noktalardan biri. her an kalkıp gidecek gibi yaşatıyor. eğer mutlak güven duygusu yaşayabildiğiniz, sizi bu halinizle kabullenip sakinleştiren bi sevdiceğiniz yoksa çantanız kapıda hazırmış gibi yaşarsınız hep. cehennem gibi.


11

sabırsızlık. off bu kısmı öldürücüdür. tepkinizi bi an bile tutamazsınız içinizde. okul hayatınızda bu yüzden başınıza gelmeyen kalmaz, saçma bi dürüstlük takıntısı gibi görünür dışarıdan oysa ne bi takıntıdır bu ne de bilinçli bir biçimde yapılıyordur, sadece duramıyorsunuzdur. yazıktır size günahtır.

12

"sorular tamamlanmadan cevap verme" temel belirtilerinden biriymiş bu da. var oğlu var. hem de ne fena şeydir bu. çok bilmiş sanıyor insanlar sizi, halbuki yine içinizden fırlatılan bi ok gibi çıkıyor kelimeler o anda. durduramıyorsunuz.





13

sakarlık, kazalar. eliniz dursa götünüz durmaz, sağa sola çarpar, kimi zaman çevrenizdekilere de zarar verirsiniz.

14

sonunu düşünmeden tehlikeli aktivitelerle uğraşabilirmişiz. risk alma, adrenalin yaratma odaklıyız.  tasi taragi toplayip ülkenin yarisini otostopla dolasip ülkenin en genç gezginleri ünvanina eristigimiz bile olmustur. bunlar aslında hep sonucu düşünmeye üşenmenizden kaynaklanıyor, yoksa mal değiliz.

15

insanların gözlerinin içine bakarak konuşamazsın çünkü o an dün akşamki izlediğin filmi düşünüyorsundur.
çok ciddi bir meselede dahi olaya kendini kaptıramamışsındır çünkü o sırada etraftaki insanları izliyorsundur.
defanstan sürekli adamları geçiriyorsundur çünkü o an topun sende olduğunu hayal ediyorsundur.
sinirlenip duvarı yumrukluyorsun fakat o sırada acıyı hissetmek yerine acının ne garip bir şey olduğunu düşünüyorsundur.
küçükken hep deli diye çağrılmışsındır çünkü oynanan oyun kısa bir süre sonra sıkıcı geldiğinden saçma sapan hareketler yapıyorsundur.


16

son olarak her ne konumda olursanız olun, mutlaka zeka kapasitenizin altında bi konumdur bu. yapabileceklerinizin çok daha altında çalışırsınız. sizinle aynı hastalıktan muzdarip olmayan bi rakibiniz sizden çok daha az zeki biri olsa bile önünüze geçer rahatlıkla.

en kötüsüyse bunların hep farkında olmanız fakat elinizden bir şey gelmemesidir…
bizim de kaderimizde bu varmış maalesef. tedavi için kullandığım ilaçlari yan etkileri yüzünden bırakmak zorunda kaldım. siz siz olun tedavinizi bir an önce olmaya çalışın sevgili hiperaktifler, yaşam koşullarınızı doğrudan etkiliyor bu hastalik sonucta.

hee bu arada söylemeden geçemicem, hastaligin hep olumsuz yanlari var degil. herseye ragmen bu hastaligi dogru zamanda dogru yerde kullanabilirsek çok etkili bir silaha dönüstürebiliriz millet :D
bkz: seks mesela 






17 Mayıs 2015 Pazar

hala burçlara inanan astroloji manyakları






ya bişi sorcam. ahahahah ya siz şimdi hakikaten venüsün sizin iş veya okul yaşamınıza ahahah etki edeceğini falan düşünüyosunuz yani? jsadjaghdjgahjk

16. yüzyılda, 17. yüzyılda "dünya yuvarlaktır" ya da "dünya güneş'in etrafında dönüyor" dendiğinde "hadi lan!" diyen adamı anlarım, neticede o dönemler için şok edici bir bilgiydi. şu çağda evrim'i reddeden malları biraz zorlanarak da olsa anlarım, imanını ve sonsuz cennet vaadini kaybetmek korkusu insanların mantığını gölgeleyebilir. fakat burçlara inananları, hele ki hayatlarını astrolojiye kuranları anlamıyorum. lan o hayatını etkilediğini sandığın gezegenlere nanik yaptık lan, jüpiter'in dibinden geçtik, satürn'e selam çaktık, voyager 1'i fırlatalı 40 yıl olcak lan. astrologların varlığından bile haberdar olmadığı, sonradan uyduruktan bir şekilde ortama dahil etmeye çalıştığı uranüs ve neptün'ü bile yakından inceledik. bir de son zamanlarda astrolojisi meraklısı kezbanlara yamanmak için burç geyiği çeviren meriçler türedi, onlara edecek küfür bile bulamıyorum. insanlıktan uzak bir yerde ölün lan, bari bu işe yarayın.

sanki bilimmiş gibi haritaları grafikleri çiziliyor, abuk aritmetiklere sanki karşılığı varmış gibi polinom açılımları yapılıyor, böyle bir kandırmaca, göz boyama.
bilimle zerre kadar alakası olmayan bir uğraş, şarlatanlık. bilim olan astronomi'dir.

'astroloji, astronominin, çabuk ve kolay yoldan para kazanmak için kötü yola düşmüş şeklidir'

zaman makinesini icat etmiş olsak ve geçmişe gitme imkanımız olsa isaac newton, johann carl friedrich gauss,james clerk maxwell gibi dahi bilim insanlarının zamanına gitsek, ve onlara 2015 yılından geldiğimizi ve 2015 yılında hala dünyanın önemli bir bölümünün astrolojinin bilimsel olduğunu sandığını söylesek laboratuvarlarını, kitaplarını falan ateşe verip "atom fiziğine de profesörlüğüne de lanet olsun." derlerdi eminim.
hayatının merkezine bunu koyan insanlar var. bir de "dine inanmıyorum ben, ateistim, yobaz dincilerden nefret ediyorum" falan deyip her hafta fal baktırmaya gidenler var ya, küfür bile etmiyorum bunlara.astroloji de din kadar metafiziktir.

benim ciddi ciddi burçlara göre diyet yapan arkadaşım vardı bak. kuzenimin arkadaşı en uygun koca yengeç falan diyodu. yengeçle evlendi herif dövdü bunu sonra.

ütü masasına inansa daha mantıklı bir düşünce sahibi olur astrolojiyi hayatının merkezine koyan insanlar. kategori sevdalısıdır, insan herhangi bir etiketle anılmayı neden ister ki? "bu benim, benim aklım benim duygularım" demek varken "mars venüs'ü ters açıdan siktiği için sinirliyim" falan demek nereden baksan ahmakça.

koca evrenin dünyada yaşayan kemiksiz 30 kilo bir canlının hayatını şekillendireciğini zannetmek nasıl bir benmerkezciliktir anlayamıyorum. koca galaksiler hep senin bu ay sevgiline alacağın hediyeyi belirlemek için o hareketleri yapıyor anasını satayım. yüzmilyar kilometre uzaktaki yıldızın aşk hayatını etkilediğini düşünüyo adamlar ya inanılmaz bi olay. bilmem ne kuşağına girmiş aşk aqarr

bide hiçbir şeyi bilmedikleri kadar çok bu boş burç kavramını bilirler.bir başlarlar bıdı bıdı bimlemne kadınıyla bimlemne erkeği ilişkisi şöyledir böyledir.e basit bir kaç şey ezberleyip saatlerce aslen boş karşındakiler ve senin için dolu konuşabilip sosyalleşebileceğin bir araç bu.birde tutuyor demezlermi deli ederler adamı.ulan kimse kimseye kötü bir şey söylemiyorki.söyledikleri en kötü gibi duran bir şey dahi hemen kabullenilecek hatta evet ben karakter olarak farklıyım diye üstüne yakıştırılacak bir sertliktedir. neye inandıklarını bir araştırsalar burçların nasıl çıktığını bir merak etseler yok.bide sana sanki normalmiş gibi sen neden inanmıyorsun diye sorarlar.




burç denilen şeye inanan ve aynı anda tartışılabilecek zeka seviyesine sahip insan sayısı çok az olduğundan birebir konuşmalarımız oldukça kısa sürüyor bu kişilerle. ancak şanşımı bir de burada denemekten çekinmeyeceğim elbette. zira genel yapı şu şekilde, adam burçlara inanıyor, insanların doğduğu günün karakterlerini etkilediğini düşünüyor ama sorunca sadece bizim güneş sistemimizdeki gezegenleri bile sayamıyor. ben insanlar inansın veya inanmasın buna karışmam ama inanıyorum dediği şey hakkında bilgi sahibi olmadığı halde inancını anlatmakta hevesliyse o kişiyi aptal olarak işaretlerim. benim sınıflandırmam kimsenin sikinde olmaya da bilir, o da en tabii haktır.
şöyle bir giriş yaparsak burç alemine; burç, gezegenlerin kütle çekimlerinin, elektiriksel alanlarının, yörünge hareketleri nedeniyle dünya üzerindeki etkilerinin değişmesiyle insan karakterlerini de etkilediğini öne süren bir inanıştır. cümle uzun ve anlaması zor oldu ama sonuçta iki kere okunarak anlaşılabilir kanaatindeyim. elbette bu kadar da değil burç mevzusu, ileri gidip yıldızların dünyaya göre konumlarının da insan karakterini etkilediğini öne sürüyor burç savunucuları. genel itibarıyla bakarsak burç genel insan egosunu okşamanın masumane bir yoludur. okuyana, inanana, bu eğlencelik durumu kendi halinde yaşayana elbette bir şey demek haddimiz değil. ama gelip bu eğlencelik mevzuyu bir bokmuş gibi savunan birisi olduğunda orada midem bulanmaya başlıyor benim. binlerce fizikçi, astronom, matematikçi asırlardır uğraşıp kütle çekiminin insanlar üzerinde en ufak bir etkisine rastlayamamışken. götü boklu astrolog lakaplı birileri çıkıp karakter betimlemeleri yapınca inanalar adına tiksiniyorum. inananlardan da tiksiniyorum elbette.
tüm anlatılanların mitolojiden ve astronomiyi çok önemseyip hayatın her alanına sokan ortaçağ düşünürlerinden apartılarak günümüze geldiği şu anda açığa çıkmıştır. elbette burada ortaçağ düşünürlerinin bir kabahati yok. astronomi o gün de, bu gün de en önemli bilim dallarından biri. ama o dönemde doktorlardan terzilere kadar herkese aşılanan astronomi ilgisi, beraberinde çağımızın ucube astrolojisinin gelişmesine de neden olmuştur. astroloji bir bilim olmak şöyle dursun, dedikodudan kıymetli bir muhabbet konusu bile değildir ne yazık ki.

ben öyle dolambaçlı konuşmaktan pek haz eden bir insan olmadığımdan bana alenen burçlara inanıyorum diyen tartışma sevdalısı insanlardan şu sorduğum temel sorulara cevap vermesini istiyorum. eğer bunlara cevap verirse daha ileri seviye astronomi sorularım da olacaktır arkasından.

kuzey ışıkları en çok nerelerde görülür bilimsel açıklaması nelerdir? (önceki konularda bunu yazmıştım bakabilirsiniz)
nasıl oluyor da ayın hep aynı yüzünü görüyoruz?
piramitleri uzaylılar mı yaptı?
güneşe yakınlık sırasıyla gezegenlerimizi sayalım?
marsın kırmızı renkte olmasının sebepleri nelerdir.
kütle çekimi nedir?
ayla dünya arasındaki mesafe ne kadardır? medcezir'in insan üzerinde kanıtlanmış etkileri nelerdir?
jübiter ve satürn'ün gaz devleri olduğunu biliyor musun?

evet bu sorularadan herhangi üçüne bile cevap verebilecek burç meraklılarının sorduğu her soruya cevap vermeye çalışacağımı beyan edip yavaş yavaş toparlamak istiyorum. elbette soru diye peri masallarını andıran fantezilerini yönelten gerizekalılar cevap alamıyorlar. "ama bizim ercüment var mesela ben onun burcunu hemen bildim" ahehaheeh bu ne lan. bu mudur ikiyüzbinyıllık insan bilinci.

bu kadar genel kabul görmesinin de altında yatan insani bazı durumlar da var elbette. sonuçta burçlara bakarsanız hiç orospuçocuğudur bu koç burçları denildiğini görmüyorsunuz, hep olumlu özelikler var temel olarak. hiç pezevenk, götveren, dallama yok. ancak başka bir burç hakkında bahsedilirken biraz kötüleniyor burçlar. mesela iki burcun uyumu hakkında bir bölüm okuyorsunuz o zaman ikinci burç kötülenebiliyor. yoksa ben hiç görmedim ki aslan burçları topyekün yarım akıllıdır diyen bir analiz olsun. ama bir sürü gerizekalı götveren embesil sokaklarda geziyor. yok mudur bu insanların burçları? plütonlu mudur bu insanlar?

yani burç hikayesi sadece insan egosunu şişirme vazifesine hürmeten yüzlerce yıldır hayatta tutulmaktadır. yoksa bunun bilimsel bir çevrede tartışlması bile abesle iştigaldir çağımızda. ortada bir tartışma yok, çünkü bir gerçek var. "burç kıymetsiz bir kişisel eğlencedir." madem inanıyorsun o vakit inandığın şeyle ilgili genel kültürünü genişlet bari. bir de şöyle savunulmuş mesela "sen nasıl kanıt olmadan bir dine inanıyorsan ben de buna inanıyorum" aheha bu nasıl beyanat yahu. bu açıklama yöntemiyle insan her şeyin varlığını kanıtlayabilir eğer işe yarayacak olsa.














3 Mayıs 2015 Pazar


müzigin ya da düşün hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın

klasik müziğe olan ilginizi daha çok arttırın. inanılmaz güzel melodiler duyacak, birbirinden ilginç hikayeler okuyacak, müzik sanatının derinliklerine temas edeceksiniz. aynen ve tam gaz klasik müziğe devam. bunu ankara sincan’dan bildiriyorum.

vereceğim örnekler arasında seçim yapamayıp hepsini yazmaya da erindim şimdi. çok beğendiğim 3-4 tanesinin dışında beethoven, mozart,bach,chopin vs'lerin efsaneleşmiş klasik konçerto ve sonatlarının dışında paylaşım yapmak istiyorum biraz.
fakat siz yine de şunlara kulak verin. benim vereceğim örnekler de bunlar olsun.



1  Gabriel Fauré - Pavane




klasik müzik sevmeyenlerin önüne atılası güzellikte bir eserle giriş yapıyorum listeye.
tabi aslında bu kadar kaypak yorumlara layık değildir hiçbir zaman. salt flüt ama bazen keman ve piyano harmanıyla dinlenmelidir, filarmoni orkestrasinin o cok sesligiyle dinlendiginde ise hayati durdurabilir.
dünyanın en güzel melodilerinden biri olabilir.pavane çalarken dünyanın bi yerinde kiraz ağaçları çiçek açar. ya da siz öyle hissedersiniz.eşsiz, saniyede ağlatabilir. sonbaharda, kasvetli bir havada ve tarihi bir şehirde (prag veya viyana olabilir) sokaklarda rastgele yürürken dinyip nirvanaya ulasmak icin nelerimi vermezdim ya. belki bi gun olur diyerek umudumuzu yuksek tutalim.

pavane yeniden doğuşu anlatır. sanki böyle yıkıntıların altından çıkışı betimler. akla gelebilecek her türlü uyanış fon müziğiniz olarak rahatlıkla kullanabilirsiniz.

günümüzde ben dahil hemen herkesin "harika, mükemmel, şahane, harikulade, vs vs." dediği bu eser için bestecisi gabriel faure bakın ne demiş: ‘’ zarif fakat tarihin karanlığında kaybolacağını düşündüğüm bir beste’’

ilginç, çok ilginç. bestecisinin kısmen beğendiği ve yetersiz olduğu düşüncesiyle yitip gideceğini düşündüğü bir çalışmayı, her duyduğumuzda daha çok seviyoruz.
akli dengemden suphe etmeye basladigim, kafa yapsin diye cerez gibi ilaçlar ictigim gunlerde ayaklarimi yere bastirdi bu muzik. sozsuz oldugunu iddia edenler var. ama bana "yuzles, yuzles" diye fisildiyor surekli. kacamayacagima gore hayatimdan, adam olup yasamaya calismam lazim.
tek bir sarki bunca seyi nasil soyler? valla onu ben de bilemeyecegim.



2  Ludovico Einaudi - Divenire




insanı havalara uçuran, bulutların arasında özgürce koşmanızı sağlatan muhteşem bir beste. güne başlamadan önce mutlaka dinlenilmeli.
cennetin arka planında çalması muhtemel albüm.
tüyleri diken diken ettirerek dinlettirir. repeat'e aldırır. ilham verir. huzur verir.
bundan sonra bestelenecek herhangi bir parçanın da beni bunun kadar etkileyebileceğini zannetmiyorum.





3 Handel - Sarabande


baş üstat stanley kubrickin filmi olan barry lyndon gelir hep aklıma bu çalınca

"barok müzik" kavramını yalnızca 30 saniye içinde özetleyebilecek bir şaheserdir. duyduğunuz her bir nota, önceki ve sonrakini kucaklar. sonuçta ortaya çıkan bu "kütlesel müzik" ölümcüldür. 
bana, pachelbel'in canon'unu anımsatır. hani utanmasam "basit" diyeceğim ikisine, de, yanlış anlaşılmasından korkuyorum... 

bazen dinliyorum handel'inkini. yüzlerce kez dinlenesi değil aslında. bir romanın en vurucu bölümünü okurken dinlemiştim, bir eseri sadece bir kitabı okurken dinlemiş olmak faydalı bir şey. sonra bir gün o eseri tekrar dinleyince o kitabı hatırlıyorsun, kitabı okurken yaşadığın duyguların bir çorbasını içiyorsun, sadece 3 dakikada, böyle bir şeyin başka bir alternatifi de yok (tekrar o kitabı okumak dışında, o da uzun sürüyor). sarabande'nin fonunda biri konuşuyor bende, gülüyor, ağlıyor, mülüyor, yüksek sesten tiradını atıyor, o kişi de handel değil bazen mozart bazen beethoven'dır aslında, ikisi de kendi tiradını yazmış üstüne. neyse, harcanıyorum buralarda.

sarkiya saygiliyim sevgiliyim ama napayim serbest cagrisim bu (SIRA BENDE)


4 Yann Tiersen - Comptine d`un autre ete - l`apres-midi



yann tiersen film müziği yapmıyor bu adamın müziklerine film yapıyolar dememi sağlamış eser
koşup koşup peşinden, kendini kaptırıp, bulutlarda uçarken, kalbin heyecanla çarparken ve sen hep yükseldiğini sanarken birden aslında düşmekte olduğunu anlamanın ve kaybetmenin derin üzüntüsünün şarkısıdır. piyano ağlıyor lan resmen.
bir büyü ne kadar süre bozulmaz? 
bir büyü, ne kadar süre etkisini ve şiddetini hiç yitirmeden devam eder?
sanki bu soruların cevabını vermek istemiş yann tiersen, "ömür boyu" demiş ve gülümseyerek dönüp arkasını gitmiş...

bu büyülü melodiyi ne zaman, nerede duyarsam duyayım, o an yaptığım her şeyi bırakıp gözlerimi kapatıyorum. 
bunun sağ el ile çalınan kısmını çalabiliyorum,  yalnız işin içine sol el de girince beynim mavi ekran veriyor. ya sağ ya da sol aksıyor. müziğe olan yeteneksizliğimden kaynaklandığını düşünüyorum ama ölmeden önce eninde sonunda bunun tamamını çalmaya öğrenicem, yaziyorum buraya.


5 Michael Nyman - The heart asks pleasure first




insan ister istemez kafasini saga sola falan hareket ettirir bunu dinlerken, sonra aniden biter. 
konuşamadığınızı, daha doğrusu konuşmak istemediğinizi düşünün... sevincinizi, üzüntünüzü, hatta öfkenizi bir nesne aracılığı ile yansıttığınızı düşünün... düşüncelerinizi yansıttığınız o araçtan bir anda koparıldığınızı düşünün... sesinizin yerine koyduğunuz, parçanız olmuş o nesneyi ardınızda bırakmak zorunda kaldığınızı düşünün... işte, "the piano" filminde ada mcgrath piyanosunu kumsalda, ardında bırakmak zorunda kaldığında; şaşkın, öfkeli, ama bir o kadar da ürkek, ona, "sesine" doğru çaresizce bakınırken bu müzik çalar, çalar, çalar... onun o ruh halini seyircinin kulaklarına fısıldar o müthiş tınılar. hatta bu müzik filmin muhtelif sahnelerinde de farklı melodilerle çalınır kulağımıza.



6 Chopin - Nocturne in C Minor 



beste chopin'in, ama arnalds'in film için tekrar yorumladigi versiyonunu paylastim.
oyle her yerde ve her anda dinlenemeyecek parca. hani listeme kiyayim, sirasi gelince calsin olmaz, olmuyor. ayri klasorde tutmak, listelere dahil etmemek icap ediyor.
evet evet, çoğu klasik müzik gibi üzüp huzura sevk ediyor. üzüyor, canini sikiyor, ama bunda bir huzur buluyorsun. velhasil kelam "degisiktir"
szpilman efendiyi hatirlayanlar için söyleyeyim;  piyanist filmin acilisini da kapanisini da yapan muziktir. ( besteci chopin’in de polonyalı olduğunu söylemeden geçmeyim)
piyanonun ayrı bir yeri olan insanlar için, piyano ile çalınan her bestenin huzur getirdiğini bilmek lazım. hiç dinlemediysen aç dinle bak, tanısan çok seversin




Hans zimmer – Time


çok fenasın zaman. aklımı da alacaksın diye korkuyla bekliyorum... belki de çoktan aldın; sadece ben ayırdına varmadım artık aklım da olmadığı için. çok fenasın zaman... çünkü sen, verdiğinden çok daha fazlasını alıyorsun her seferinde. geri de vermiyorsun. hayır ama, "keşke" değil işte. hiç keşke yok içimde..
bence müziğin evrensel olduğunun kanıtı olan eserlerden birisi.  piyanonun o muhteşem tınısı ile harmanlanan yaylılar uzaklara götürür hakikaten. 
hüzünlü gibidir biraz. hans amca da ismini ona göre koymuş herhalde. zaman da hüzünlü olabiliyor zaman zaman...
 bende uyandırdığı en güçlü duygu çok büyük bir seylerin sona erdiği hissi. o kadar kuvvetli ki o hayal edemediğimiz büyüklükteki evren şu şarkı eşliğinde yok olsa iyicene bi yayilir izlerim

Ennio Morricone - The Ecstasy of Gold.



tüm zamanların en efsane filmi olan iyi kötü çirkin’in soundtrack'lerinden.
ennio morricone'nin nasıl bir müzik dehası olduğunun kanıtlarından biri. metallica hep bunun gazıyla girer konserlere, gerisi de gelir zaten.

dinlerken "nereye gidiyorum lan ben böyle atın üstünde falan" hissi uyandıran parçadır
kadıköy’de fener maçlarindan önce bunu calmalarini o kadar çok isterdim ki..


G Minor - Albinoni's Adagio



ispanya la liga maçlarından önce yapılan saygı duruşu esnasında bu eseri çalarlar. yalnız eserin kendisi de saygı duruşunu hak edecek derecede özeldir.
bilenler bilir zeki demirkubuz kıskanmak adlı filminde de bunu kullanmıstır.
bestelenirken albinoni 'nin hangi ruh hali ve vaziyette bunu yazdığını çok net anlarız, acıdan ziyade salt bir hüzün girdabında, çıkışı olmayan bir yoldadır kendisi. ben içindeysem o girdabın, siz sevgili dinleyen , buyurun konuk olun hüznüme der. notaların yanına ilişiverirsiniz, yanınıza aldığınız hüzünle.
hüznü çekilir kılıyor birazda. hüzünlendiğim bazı zamanlarda dinlerim, rahatlatır. hislerim yerli yerinde durur ama düşünceler uçar gider zihnimden.
insanı hayatın ötesine sürekleyen, zamanı unutturan, hayatın yenik düşmüş cüsselere kadeh kaldırırcasına yüzünüze çarpan, ötelerden bir yerlerden gelen notalar dansı gibi; hüzünlü, karamsal ama hala bir yerlerde gizlediği umudu olan, durağanlığa karşı hafif meltem edasıyla beyninizde esen rüzgar gibi
yeryüzünde şimdiye kadar yaşanmış tüm hüzünlerin, üzüntülerin, ezaların, cefaların toplamından oluşturulmuş gibi ve biz dinledikçe daha da birikiyor.




10 Beethoven - Moonlight Sonata



ölüme, cenaze marşıdan bile daha çok yakışan eser.
olabilecek en romantik melodilerden biri. Şöyle bir öyküsü var.
bir gün beethoven, bir arkadaşı ile birlikte viyana sokaklarında dolaşmaktadır. tam bu sırada bir apartmandan piyano sesi geldiğini duyar ve kafasını kaldırıp bakar. apartmanın ikinci katındaki cam açıktır ve ses oradan gelmektedir. arkadaşına, çalan kişinin muhteşem çaldığını ve onu görmesi gerektiğini söyler. ikisi birlikte ikinci kata çıkıp kapıyı çalarlar. kapıyı açan kadın, beethoven’ı hemen tanır ve şok olur. beethoven, piyano sesine geldiğini ve mutlaka çalan kişiyi görmek istediğini söyler. kadın, piyanoyu çalanın kızı olduğunu ve tanışmaktan mutlu olacağını belirterek onları içeri alır.beethoven, piyano çalan kızın olduğu odaya girer. annesi kıza, beethoven’ın geldiğini söyler ve kız çok heyecanlanır, hemen ayağa kalkar, fakat kız kördür. bunu gören beethoven, “lütfen benden bir şey isteyin” der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek. kızın cevabı şu olur; “ben hiç ayışığı görmedim, bana ayışığını anlatır mısınız?” bunun üzerine beethoven piyanonun başına geçerek, ay ışığı sonatını, doğaçlama olarak besteler.
çok sık dinleme taraftarı değilim bu müziği. belki senede beş altı defa. zamanı geldiğinde kendini belli ediyor zaten. kesinlikle gece, pencereden ay ışığı sızarken, yatağın içinde kulaklıkla dinlenmesi gerekir. belki 3 ya da 4 tekrar.

ayrıca çok şaşkınım. bir müzik, bir kaç notanın yan yana gelişi insana nasıl tarif edemediği şeyleri, hatta belki de bilmediği onca şeyi yaşatıyor gerçekten şaşkınım.

ruhunu öpeyim beethoven



11 Pachelbel - Canon in D Major




dünyanın en bilinen klasik müzik parçalarından biri. şimdiye kadar en çok değişik yorumu yapılmış klasik parçadır. kemandan tutun da, elektro gitara kadar bir sürü enstrumanla çalınmıştır. bağlama versiyonu bile var.  
her dinleyişimde hep aynı duyguları ve bir "şey" i anımsatıyor bana. hani bazen olur ya sahip olmayı çok istediğiniz bir şeyler. aslında şeyler değil de "şey"dir o. çünkü ona ne konduracağınızı bilemezsiniz ya da bir sıfatı nasıl yakıştıracağınızı bilemezsiniz. bir sıfat koymak istersiniz ona da, bilemezsiniz. o kadar belirsizlikler içerisindedir ki her şey ve geçmiş zaman, bu ritmleri dinlerken uçarsınız.

böyle romantik, gerizekalı insanlar gibi anlatacağım ama başka türlü betimleyemiyorum, gözlerinizi kapatın ve uzanın bir yerlere, yemmyeşil çimenlerin üzerinde uçuyorsunuz, kollarınızı açmışsınız iki yana, bir öyle bir böyle. aşağıda bir hatun var, dans ediyor çimlerin üzerinde, gözlerini kapamış bir o yöne bir bu yöne salınıyor. saçları savruluyor bir yandan, siz yere iniyorsunuz elini tutuyorsunuz, ardından belini kavrayıp sımsıkı sarılarak dans ediyorsunuz onunla. sonra o gözlerini açıyor, size bakıyor ve hiç bir şey söyleyemiyorsunuz, sadece o gözlere bakıyorsunuz, belki de hiç bir zaman sahip olamayacağınız o gözlere, konuşmak değil de gözlerini merak ve özlemle düşünüyorsunuz.

bunca şeye rağmen huzur veriyor bu şarkı bana, hayalinizdeki ve de çok uzaklardaki birisini düşünürken. sizi sadece düşündürüp, hayal ettirebilen bu şarkıyla özlemle düşlüyorsunuz, o, şeyi.

ve şimdi sen , gözlerini kapa, şarkıyı aç ve dediklerimi yap.

.

12 André Rieu - And The Waltz Goes On
 (composed by: Anthony Hopkins)




hannibal lecter'ın klasik müzik aşkı boş değilmiş demek ki. adam yaşayarak dinliyordu zaten, belli oldu şimdi bu tutkunun kaynağı. meğer keramet anthony hopkins'in kendisindeymiş.
muhteşem bir eser değil, çok güzel, ama öyle büyüleyici falan değil. hatta yer yer valsten çok film müziğine benziyor -ki bu da şaşırtıcı değil.

fakat  asıl güzel şey; anthony hopkins'in görülmeye değer heyecanı. yani adam zaten aşmış, neleri başarmış nelerde oynamış, adam sir lan. ama yine de çocuk gibi heyecanlı ve neşeli, yazdığı eser ilk kez çalınırken. ve bence büyük insanları büyük yapan önemli etkenlerden birisi de bu heyecandır.

kimsenin heyecanı hiç bitmesin be lan.
saygılar hannibal lecter abimize.


13 Tschaikowsky - Sugar Plum Fairies




şirin mi, hınzır mı, korkutucu mu, şeytani mi anlaşılamayan bir şey bu
aslinda hastasi değilim bu müziğin ama buraya eklememin sebebi benim için özel bir yeri olmasidir, 
sanirim birinci siniftaydim. hayatimdaki ilk aşkım, çocukluk aşkım özge, barbie bebek hastasiydi. sırf onun için ‘barbi fındıkkıran balesinde’ filmini bulup indirip onu izlememiz için eve davet etmiştim. Sanirim bi kizla bas basa izlediğim ilk filmdi bu ve filmin dans sahnesinde tschaikowsky’nin bu eseri caliyordu. ilk defa orada dinlemistim bu eseri , ordan aklımda kalmış baya da sevmişim. 






14  Dmitri Shostakovich - Waltz No. 2




dmitri shostakovich'in bestesi..
sinema üzerinden gidiyorum biraz kusura bakmayin ama stanley kubrick’in eyes wide shut'ın soundtrakinde bulunduğunu söylemem gerekiyordu.
butun sarkilar bu sarki gibi olsa dunya alice harikalar diyari gibi garip bir yer olurdu, zurafalar, filler falan...
ruyada gibiyiz.
garip bir beste.
mutluluk bize göre değil dimi a dostlar? diyesim geldi ancak vals öğrenme isteği uyandırmadı desem yalan söylemiş olurum.



15 John Murphy - Sunshine (Adagio In D Minor)




modern klasiklerdendir, listedeki en popüler olmayan budur, fazla bilinmez. astronomi’ye olan merakım dolayisiyla ekledim listeye, gece yarilari iyi gider.
sunshine ve x-men days of future past filmlerinde de çalmistir

16 Yanni-One Man's Dream





listeye son anda burçak'in tavsiyesiyle aldığım parça, bir kaç kez dinledikten sonra ki olusan hislerim tazeyken yazayim hemen.

hayal kurduğum zamanları hatırlatti bu, hayallerimi başkalarının koyduğu kurallarla nasıl da hissizleştirip öldürmüşüm yüzüme yüzüme vurdu. kendi elimle kendi mutluluğumu nasıl öldürdüğümü, nasıl hayallerimi göz göre göre çiğnemişim onu anlattı. hayatım nasıl da birkaç yıl içinde hem tamamen aynı kalıp hem de geri dönülemez bir şekilde değişti? bir çocukken nasıl bu kadar umursamayan bir yetişkine döndüm?





gezegende neler neler dönmüş biz yokken...





2 Mayıs 2015 Cumartesi

grand theft auto v



gta v
oyunun yapım maliyeti 265 milyon dolar. en pahalı hollywood yapımlarından pahalı. eklenen bir çok yeniliğiyle kendi alanında duayen olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

bu oyunda tenis oynamak, golf oynamak, yoga yapmak, yamaç paraşütü yapmak, jet-skiye binmek, suya dalmak ve sualtı dünyasını görmek, vahşi hayata karışmak, uçak ve helikopter kullanmak, denizaltı kullanmak, karakterlerin gardırobu için alışveriş yapmak, kuaföre gitmek, dövme yaptırmak, boş boş enfes manzaralı şehirde gezmek, taşranın otoyollarında takılmak, garaj sahibi olmak, bu garajı tamamen legal yollarla satın alacağınız arabalarla doldurmak, daha sonra onları modifiye etmek, internette gezinmek, binbir çeşit absürd ve parodi websitesiyle karşılaşıp eğlenmek, keza yine radyoya ve televizyonda absürd şovlar dinlemek/izlemek, sinemaya gidip film izlemek, sinema salonu, golf sahası, araba hurdacısı, araba tamircisi, restoran, bar gibi çok geniş yelpazede işletmeleri satın alarak kârlarından nemalanmak, tamamı oyundaki hayali firmalardan oluşan iki adet menkul kıymet borsasına girerek şirketlerin kâr-zarar hareketlerini takip ve analiz edip kâr etmeye çalışmak, ve hatta bu şirketlerin fiyat hareketlerini manipüle etmek dahi mümkün. bu saydıklarım bu oyunda yapabileceğiniz binlerce aktivitenin yüzde beşi ya eder, ya etmez.



bu oyun size sadece çok geniş oranda bir özgürlük sağlar. bu özgürlüğü de istediğiniz yönde kullanabilirsiniz. bu özgürlüğü kullanış biçiminiz de, insanlara kişiliğiniz hakkında bazı bilgiler verebilir.


bakın beyler yemin ediyorum bu oyunda ki şehir yaşadığım şehir ankara’dan daha gerçekçi
en basit örnekle şehirin içinde milletin arabasını çalıyorum inip kaçıyo yolda adama dalıyorum kimse ellemiyo bi köye gideyim dedim adamın tekine bi vurdum anında 5 kişi oldular esnaf felan dükkanı kapattı sağdan soldan nası koşuyo herkes bana dalmaya diyeceğim o ki en ince ayrıntısına kadar sevilecek bi oyun





franklin'le ufak ufak bir iki görev yaparken çaldığım güzel araçların keyfini koşturmacadan ve trafikten dolayı tam çıkaramadığımı düşünüp "bi daha mı gelecem dünyaya, zaten bütün harita daha oyunun başında açık diye okumuştum" diyerek tam michael'in evinin yokuşuna doğru giderken kırdım direksiyonu sahile ve verdim kendimi çevre yoluna.
düşüncem; herhalde bi 5 dakika içinde böyle sahil boyundaki otoyoldan gide gide bütün haritanın etrafını dolaşmış olurum; turu tamamlayıp görevlere devam ederim di. fakat, lakin ki öyle değildi... bu türban olayını çogkarıştır...
vurdum kendimi yola, 5 dakikada şehrin çevresini dönecem ya hani... nah dönersin arkadaş. o zaman anladım haritanın büyüklüğü konusunda yazılanları. oğlum çok büyük lan harita! bir an mersin’den antalya’ya bildiğin şehirlerarası yolda gidiyorum zannettim. bir yanımda dağlar öbür tarafta deniz...
şimdi tespitimin absürdlüğünün kusuruna bakmayın; gta san andreas'ın arkadaşlarımla çok sevdiğimiz bir yönü de uzak diyarlara giderken verdiği şehirlerarası yolculuk hissiyatıydı. gta iv'de hep new york içinde dolandığımız için böyle bir hissiyat yoktu fakat bu oyunda on numara olmuş. 





bir diğer mükemmel nokta da serinin eski oyunlarında otoyolda bile diğer araçların çok yavaş gitmesi ve buralarda hız yaparken insanı oyunun gerçekçiliğinden dışarı resmen tekmeleyen; sürekli yolu kapatan araçların arasından ilerleme, bundan bıkınca da önündeki araca direk arkadan bindirerek yolu açma şeklindeki olayın olmaması. kuracağım cümleyi sikeyim bu arada ama anladınız siz. diğer araçlar da gayet hızlı gidiyor yani. aslında hala yeterince hızlı değiller, bi kere de beni sollasınlar amınakoyim demekten alamıyorum kendimi ama dediğim gibi oldukça tatmin edici bir "şehirlerarası sürüş keyfi" var oyunun. son olarak; sellektör yapınca veya korna çalınca sol şerit boşalmıyor. bu sebeple bu gece yatarken battaniyemin altında sessiz ve içten bir şekilde ağlıyor olacağım.:(







kırmızı spor aracımla bu bahsettiğim yolda yardırmaktayken minimap'te teleferik işaretini gördüm. yine bir anlık tereddütle "bi daha ne zaman binecem amk" diyerek kırdım direksiyonu, indim araçtan başladım teleferiği beklemeye. yanımda bekleyen yaşlıca bir abla vardı. hiç bi şey yapmamıştım ona aslında ama dik dik bakmaya başlayınca korktu koşarak kaçtı. neyse dedim silahı çıkartıp kafasını patlatmıyım bu seferlik. iki dakka insan olayım, vice city değil bu adamlar mis gibi oyun yapmış iki dakika efendi olayım dedim. teleferik geldi, muhteşem manzarayı izleye izleye tepeye çıktım. neler varmış burda acaba amk derken iki turist tipli abla gördüm haritalarına bakıyorlar. gittim yanlarına yine hiç bişey yapmıyorum, sadece izliyorum amk emrah gibi olmuş kaşlarım bakıyorum sadece. derken bunların da benden tırsıp manzarayı izledikleri bayırdan aşağıya yaldır yaldır koşturmaya başlamaları nevrimi döndürdü. toplum beni neden dışlıyor amk yeter lan dedim ve içimdeki vice city'li ortaya çıktı. zenci olana isabet ettiremedim, sarışın olanı sırtından vurdum, yere düştü. sıktım bide kafasına amk kezbanı dedim biz insan değil miyiz lan!

etrafta başka kimse yok polis gelmez amk heralde diye tepedeki dürbünlerle şehri izledim 2 dakika. sonra baktım yan tarafta büyük ihtimalle az önceki ablalaların olan iki motosiklet duruyor arazi tipi. atladım birine inerim aşağı sonra şehirlerarası yolculuğuma devam düşüncesiyle. o sırada iki polis aracının beni yakalamak üzere geldiğini görünce ve bayır aşağı gitmemin de etkisiyle ister istemez hızlandım. şerefsizler tam uçurumun kıyısına nefis bir rampa yapmışlar. verdim gazı belki uçar biyere konarım diye ama sağlam olarak inmek istediğim o yola adeta bir sümük gibi yapıştım.

gözlerimi açtığımda şehir dışında ufak bir kasabadaki sağlık ocağı gibi bir yerden çıkmaktaydım. kaldığım yerden yolculuğa devam edeyim dedim yine. tam kasabadan çıkıyordum ki minimapte mavi bir nokta belirdi. oyun bana bunun bankalara para taşıyan bir zırhlı araç olduğunu, arada böyle fırsatlarla karşılaşabileceğimi söyledi. para deyince akan sular durdu, du bakayım nasıl bişeymiş diye gittim aracın yanına. niyetimi anlayan iki memur derhal silahlarına sarıldı. pekmezlerini akıtıp aracın kasasına gittim, kapının ortasına ortasına sıkmam gerektiğini söyledi oyun. bir kaç elden sonra kapı lak diye açıldı ve paralar kucağıma düştü. fakat sadece 8000$ civarında bir paraydı. hay sikeyim sizin yapacağınız işi dedim, 8000 dolarcık para taşımak için zırhlı bir araç ve iki zırhlı memur veren zihniyete küfür ederken gene geldi polisler. bu arada polisten kaçmak çok kolay olmuş yaee falan yazanlar görmüştüm, hiç de öyle değil adamın iflahını sikiveriyorlar. polislerin dur ihtarına hassiktir diyerek ateşle karşılık verip bir kaç polis daha öldürünce bunlar iyice azdılar. baktım olmayacak atladım bir polis aracına kaçmaya başladım. ben önde 6-7 polis aracı arkada giderken polis helikopteri de kovalamacaya katıldı. tüm bu peşimdeki güruh dikkatimi dağıtmışken yolu kesen polis ekibini son anda farkettim, araçlarına çarpmaktan son anda kurtardım ama yola serdikleri o lastik patlatan dalgaya takıldım. artık hız yapamayacak duruma gelince bari araç değiştirem dedim. yine bir hata yapmıştım, ben inince kurşunlar yağmaya başladı. delik deşik olunca panikleyip bayır aşşağı denize doğru sallanmaya başladım. amınakodumunun helikopteri hala takipteydi, içinde de hayli isabetli atış yapan bir abimiz vardı artık canım tükenmek üzereydi. götümden solumak suretiyle son gücümle denize doğru zıpladım. lan belki su altında vuramaz helikopter dedim. o vuramadı hakkaten de sahil güvenlik ekipleri memlekette kovalayacak başka hiç adam yokmuş gibi 3 botla gelmeyeydi iyi olacaktı. su altında nefesimi de bir yere kadar tutabildim, yüzerken ateş edip kendimi savunamayacağımı da anlayınca gelen kurşunlara kafa atmak suretiyle isa'ya yürüdüm.

güya 5 dakika içinde şehri dolaşmak üzere michael'ın evinin olduğu yokuştan sahile doğru direksiyon kırmam böylece temiz bir buçuk saatimi yemiş oldu




hoşuma giden olayları buraya maddeler halinde yazıp yazıp editlicem

-yayaların yanında sürekli kornaya basarsanız mutlaka birisi rahatsız olup sizi arabadan indirip dövüyor. 
-benzinliklerde benzin bidonları mevcut. yere , arabaya vs. döküp ateşleyebilirsiniz. 
-bazen lüks arabalar kullandığınızda bazıları fotoğrafını çekiyor,ama duruyor olmanız lazım. 
-çok yavaş giderken yada dururken sürekli kornaya basarsanız birileri "your car is a shit" diyor. 
-franklin olarak mahalle çevrelerinde birilerinin yanına gidince sana saldırıyorlar, eğer anlaşamadığın insanlarsa. 
-kim olursa olsun bir kadına vurunca çevredeki bir çok kişi size cephe alıyor saldırmaya geçiyor,kimisi silahla ateş açıyor kimi yumruk yumruğa kavga ediyor. 
-çalıntı arabalarda inip bindikten sonra direk gazlayıp gidemiyorsunuz düz kontak süresi gibi bir süre oluyor,kimi zaman çok kısa olurken kimi zaman polisten kaçacağınız zaman sinir bozucu olabiliyor. her çalıntı arabada olmuyor bu olay sadece park etmiş içinde kimse olmayan düz kontak olarak çalıştırdıklarınızda oluyor. 








-kırmızı ışıkta araba ile gaza basıp ses yaparsanız yan arabadaki adam araçtan iniyor kavga ediyor. 
-eğer yan bölgenizde polis varsa tutukluyor ses yaptığınız için. 
-polisten kaçarken, zepline binip kaçmak en mantıklısı gibi gözüküyor ama zepline yön verip mavi bölgeden bir an önce uzaklaşmaz oyalanırsanız, polis helikopteri geliyor. önce belli bir süre yanınızda uçup anons yapıyor, anonsa uymazsanız zepline ateş etmeye başlıyor. benim zeplin patladı ve ben düştüm. paraşüt almak en mantıklısı, zeplin ateş altındayken kapısını açar atlarım. 
-oyunda satin aldiginiz arabalar micheal için mavi renkteki garajına trevor için turuncu renkteki garajına geliyor. 
-birde bir mülk satin aldiginizda bazı mülklerin gelirleri var. 
-random mission larda bazen yardımcı olduğunuz kişiler soygunlarda yardımcınız olabiliyor.
-oyundaki telefonla cekilen fotolari social club a atabilyorsunuz.
-hayat kadınlarını d-pad'in sağ tuşuna basarak veya korna çalarak arabaya atıp, tenha bi yere çekerek 50 dolar karşılığında blowjob yaptırabilir ve 100 dolar karşılığında cowgirl pozisyonda becerebiliyoruz. kadını iş bittikten sonra öldürdüğümüzde çıkan para çok çok az oluyor verdiğimiz paraya göre nedense. 
-bir de strip clubda like meter'ı fullediğimizde nikki, sapphire ve juliet'i kendi evlerinde becerebiliyoruz, telefona kaydedip sabah aradığımızda buluşup kendi evine götürebiliyoruz. 
-ayrıca strip clubda gözcü görmeden hatunları elleyebiliyoruz, eğer gözcü bizi 3 kere yakalarsa yaka paça clubdan atıyor. 


-hızlı giderken bir arabaya çarptımı, karşı arabanın şöförü direksiyona kafasını çarpıyor ve kafası direksiyonda, kornaya basılı şekilde, bilinci kayıp kalıyor. zincirleme büyük kazalarda kornaların basılı kalması, gerçekci ve dramatik bir kaza alanı oluşturuyor. ortalık tam bir cehenneme dönüyor. 
-polistenten arabayla kaçarken, polise kaza yaptırıp yoldan çıkartmak çok eğlenceli oluyor. polisten arabayla hızlı bir şekilde kaçıyordum, köprünün üstünde yol ikiye ayrılıyordu ve bir anda sağ yola kırdım, hemen kıçımda ki polis o ani manevrayı yapamadı ve refüje çarptı, ardında köprüden aşağı uçup takla atmaya başladı, takla halinde 3-4 arabanın üstüne çıktı ve trafiği alt üst etti, orada kazan yapan arabalarda da korna sesleri takılı kaldı ve ortam tam bir cehennem alanına döndü. filmleri aratmayacak bir sahneydi. kendi rezilliğimi ağzım açık izledim. 
-arabayla çok hızlı gidiyordum ve karşıdan gelen bir arabaya bodoslama çarptım, çarpmanın etkisiyle karakterim camdan fırladı, arabadan 20-30 metre fırladım, resmen asfaltı öptüm. 
-fren ve patinajlarda arabanın lastik izleri asfalta çıkıyor.
-plaja ve kara her türlü tekerlek ve ayak izi çıkıyor. 
-kafelerde masalarda oturan arkadaş guruplarının yanına gelip, piçliğine masalarına tekme atın, masa devriliyor ve tepkileri çok keyifli oluyor. 





-ırmak veya göl kenarında adam öldürürseniz ve yerdeyken biraz tekmelerseniz, kanı suya karışıyor. özellikle dere kenarında, kanın dereye karışıp yayıla yayıla akması çok gerçekçi olmuş.
-motorsiklet, bisiklet ve jetski kullanırken analoğu öne itmek daha stabil gitmenizi sağlıyor. 
-ammu nation'a girdiğinizde sağda boş silah sekmeleri göreceksiniz(11 adet).anlaşılan rockstar oyunda küçük kırpmalar yapıp bunları dlc için saklamış..peki hangi silahlar eksik? trailerlarda ve yayınlanmış birçok görselde bu silahların bazılarını görüyoruz; m4a1,glock,sr-25,bullpub ksg ve desert eagle gördüklerimiz. 
-silahlar, gerçek modellemelerinden biraz uzak ve değişik isimlerle çıkıyor karşımıza, telif vermemek için herşeyi yapıyor rockstar. 
-para hilesi yok ama para kazanmak için hızlı yollarda var.
-trevor'un uçak hangarını satın almayı unutmayın,verdiğiniz parayı silah nakliyatı yaparak misliyle tamamlarsınız.buggy ile karadan nakliyatta 5.000$ uçak ile havadan nakliyatta 7.000$ kazanıyorsunuz. 
-atm lere pusu kurun,para çeken bir sivili bekleyin ve parasını çekince öldürün.çektiği para ne kadarsa artık sizindir. 
-arabalarınızı garajınızda görmek istyorsanız, garaja bıraktıktan sonra gidip safehouse da kaydetmelisiniz. 



-hemen hemen bütün arabaların lastikleri, ateş edince patlıyor. sniper ile trafikte seyreden arabaların lastiklerinden vurduğunuzda çok güzel sahneler oluşuyor. kimisi inip lastiğini değiştiriyor, kimisi kaçıyor, kimisi kaza yapıyor, kimisi patlak lastikle gitmeye çalışıyor, vs..
-aynı şekilde, sniperla hareket halinde ki arabaların şöförünü vurunca da çok güzel sahneler ortaya çıkıyor. 
-arabaları köşelerinden çok sert vurursanız, vurduğunuz köşedeki lastik kaportanın arasına sıkışıp kilitlenebiliyor ve arabanın gidişini olumsuz etkiliyor. bu jipler de ve büyük araçlar da pek olmuyor. küçük ve dandik arabalarda çok oluyor. 
-uçakla iş yapmak çok iyi para kazandırıyor, o yüzden bir hangar alın, elinizin altında uçaklar bulunsun, paraya sıkıştımı mal sevkiyatı yaparsınız. 
-sadece haritada simgeyle gözüken yerlere değil, harita da hiç gözükmeyen bir çok dükkanın, mekanın, vs. içine girebiliyorsunuz. yani bazı girilebilir yerler harita da hiç gözükmeyebiliyor. yanından geçerken tespit edip girmeniz lazım.
-bazen bir arabaya binmek için içinde ki şöförü dışarı attığınız da, içeriden biri sizi geri dışarı atıyor, arabada ikinci bir kişi veya daha fazla kişi olabiliyor ve size pata küte dalıyorlar. resmen kavga çıkıyor, ortalığı kan gölüne çevirmek sizin eliniz de yada ne halleri varsa görsünler deyip oradan uzaklaşabilirsiniz.
-oyunda beş parasız gezmek çok sıkıntılı, parasız bir hiçsiniz, şehrin tadını çıkaramıyorsunuz. 
-oyunda dövme var ama faça atmayı göremedim. sanırım faça atmak yok, olsaydı iyi olurdu. 
-oyunda bağış yaparak katılabileceğiniz tarikatlar da var ama nasıl yapıldığını henüz çözemedim.
-arabanızı terk edip uzaklaşırsanız, belli bir süre sonra polis merkezine çekiliyor ve oradan para karşılığı çıkartabiliyorsunuz. 





-aynı şekilde nişan alma kontrollerine de hemen kötü demeyin. karakterlerinizin atıcılık (shooting) özelliğini geliştirdiğiniz de nişan almak nasılda kolay oluyor ve attığınızı vuruyorsunuz. bunları, "targetting mode: free aim" de oynayan birisi olarak söylüyorum. diğer modlarda atıcılığınızı geliştirmenize bile gerek yok, attığınızı vuruyorsunuz. tabi ona oynamak denirse.
-micheal ile duzenli sekikde doktor terapilerine katilinabiliyor ücreti var yanliz.
-arabayla cok sert bi kaza yaptiginizda araclarin lastikleri kopabiliyor/çıkabiliyor. 
-araba icinde yaya yada arabali birinin yanina gidin ve elininzde silah yokken araba icinde ates etme tusuns basili tutun karekterimiz orta parmak gosterek diyolog kuruyor.
-karekterlerimizin evlerinde bong siseleri mevcut kullandigimizda kisa sureli kafalari iyi oluyor. 
-berber dükkanlarında, giyim mağazalarında hırsızlık yapılırken, girer parayi iade edersek, dükkanlardan bazen indirimler kazanabiliyoruz.
-polisten kaçarken eskisi gibi mesafe olarak uzaklaşmak yerine kapalı alanlara, boş fabrikalara, tünellere girebilirsiniz. yani gerçek insan gözüyle görülmeyeceğiniz yerlere girerseniz, araç, araçsız fark etmiyor, polisler bulamıyor. 
-polisten saklanarak kaçma işi her zaman işe yaramıyor, özellikle 3 yıldız ve üstü aranmada henüz işe yaramadı. yalnız, 3 yıldız yanıp sönüyorken görünmeyecek bir yere saklanırsanız %90 işe yarıyor. aranmadan düşüyorsunuz. yani ne şartlarda saklandığınız da çok önemli, orada karışık bir algoritma çalışıyor. polisler sizi bulabilirde bulamayabilirde, yapay zeka çok gelişmiş.












-yine chopla oyun oyun oynarken sakın topu evin yanındaki yola atmayın!!! araba çarpabilir.
-dükkana girip soymak için satıcıya silah doğrulttuğunuzda bazı satıcılar kasadan paraları vermek yerine kısa bir süre hareketsiz kalıp bir anda silah çıkarabiliyor veya vermiyorum deyip hareket çekebiliyor. böyle bir durumda satıcıyı vurursanız öldürdükten sonra kasayı kendiniz boşaltabiliyorsunuz. 
-oyundaki büyük soygun görevlerinden bir tanesi efsanevi "heat" filminin büyük soygun sahnesiyle neredeyse birebir aynı şekilde gerçekleşiyor. soygun sırasında yaya olmamıza rağmen filmin orjinal theme müziğide duyuluyor.
-"no country for old men" filmini biliyorsanız trevor'ın avcılık yapabildiği yerin oralarda sizi bir sürpriz bekliyor ve bu oyunda beni en çok şoke eden olaydı. bu sırada gene yaya olmamıza rağmen filmin orjinal theme müziğinin duyulmasıda cabası. filmi bilmeyenler için klasik bir yan görev. 
-yine "thelma & louise" filminin meşhur final sahnesi de oyun içerisinde birebir mevcut. yalnız bu sahnenin herhangi bir görevle alakası yok. ancak doğru zamanda doğru lokasyonda olursanız rastlayabileceğiniz bir mevzu. bu sırada yaya bile olsanız gene aynı filmin meşhur theme müziği duyuluyor.





-polis değil ama trevorun kasabasında bayan sherif officer gördüm birkaç kez. 
-franklin motor sürerken l1'e basarsanız el hareketi yapıyor çevresindekilere.
-trevorla araç sürerken bir müzik açtığınız da trevor bazen açtığınız müziği beğenmiyor ve küfür ederek, rock müzik çalan bir radyoya geçiş yapıyor. bunu iki kere yaşadım, ben hip-hop müzik açtım, trevor bana sövüp rock müzik açtı. peki senin dediğin olsun dedim.
-sevgilinizle arabada giderken, arabayı agresif sürer, adam falan ezerseniz kız "jesus ! help!" diye bağırıyo, arabayı durdurduğunuz ilk anda arabadan inecektir. ama sonra, cep telefonumda kızın numarasının hala durduğunu gördüm. 
-para kazanmak için de taksi görevi alırsanız, iki-üç müşteri sonra bin dolar gelir. 
-strip club dışında özel dansta flort barini yukseltirsen kiz seni evine davet ediyor ve numarasini veriyor. sonra resimli mesajlar atiyor falan.
-dağlik alanda tecavüz olayları var. iki barzo kadını yatırmış yere. gittim pompalıyla deştim adamları, sonrada benzin döküp yaktım. pişman değilim. 





-arabaların dışından, yumrukla camlarını kırabilir, tekmeyle kaportasını yamultabilirsiniz, bazen şöför ve arkadaşı inip size küfür ediyor ve kavga çıkartıyor. gerisi size kalmış.
-trafiğin ortasında yürüyorsanız, ışıkta duran arabaların yanına mendil satıcısı gibi gidin ve arabanın birinin camına yaklaşıp sağ yön tuşuna bas çek yaparak laf saydırın.önce şoför de size laf saydırıyor ve camdan el kol hareketi yapıyor. siz konuşmaya devam ederseniz, bazen şöför ve arkadaşı arabadan artistçe inip size dalabiliyorlar. gerisi size kalmış.
-önden hasarlı arabalarda kaput hemen uçmasa da yolda seyrederken zamanla uçuyor ve arkadan gelene çarpabiliyor. 
-yapıkan bombayı yola koyup, arabalar geçerken patlatmak çok zevkli oluyor. özellikle dorseli tırlar da ve büyük araçlarda mükemmel efekt oluyor. arabayla giderken camdan kolumu çıkarıp attğımda oluyor. tam yanımdan geçerken atıyorum ve r3 ile arkama bakarken patlatıyorum. filmleri aratmayacak sahneler oluyor.





-sivil birine korna çaldım ve polise şikayet etti, ardından bir yıldız arama oldu, polisten kaçarken sırf denemek için, bir otoparkta iki araç arasına arabayı park ettim ve arabadan inmeden bekledim, polis beni bulamadı, aramadan düştüm. bunu iki kez denedim, ikisinde de aynı sonucu aldım, park halinde ki arabaların arasına arabanızı park edip sakladı mı, polis sizi bulamıyor, arama iptal oluyor. 

-arabalar bir noktaya kadar suyun içinde gidebiliyor ondan sonra duruyor,bozuluyor. 
-hasardan dolayı lastikler sıkışabiliyor buda yavaşlamaya ve lastiğin sürekli aşınmasına en sonunda patlamasına neden oluyor. sıkıştığını zaten bıraktığı izden anlarsınız. 



-kıyafetlerde lüks ve ucuz yerlerde satılan ürünlerde fiyat ve ürün farkı var. 
-franklin için bahsettiğim kavga olayını trevor ile de gördüm michael ile daha deniyemedim. ek olarak kavga çıkarsa veya birilerinin yanına gidip sözlü tartışmaya girer dik dik bakarsanız ortamda kadın varsa polisi arıyor ve aranma seviyeniz tek yıldız oluyor. 
-aynı şekilde araba çalınca, yayaya çarpınca, silah ateşleyince, hayvanları öldürünce vs. gibi suç teşkil eden unsurlarda da polisi arıyorlar hemen tek yıldızlı aranma seviyesi oluyor. 
-polisin önünde uzun süre durur polis arabasının gitmesine engel olursanız,polis size laflar söylemeye başlıyor en sonunda tek yıldız aranma oluyor. 
-bazen polisler sizi kovalarken diğer araçlar polislere yardım edebiliyor.
-polisin helikopter ile suçlu kovaladığını gördüm. 




-trafikte önde bekleyen arabaların arkasından kornaya asılırsanız, öndeki arabanın içinde ki şoför sinirlendiğinde, bazen kolunu camdan çıkarıp fuck you veya fuck diyor, size el hareketi yapıyor ve küfür ediyor. ona ne yapacağınız size kalmış, ben tenha bir yerdeysek dövüyorum ve arabasının lastiğini patlatıyorum. şehir merkezindeysek muhatap olmadan yoluma devam ediyorum. 
-lifeinvader.com'a rockstar games social club hesabinizla giris yapin. çogu firma, "stalk" ettiginizde ilk alişveriste %10, %25 indirim yapiyor. hatta ilk alişverisi ücretsiz yapanlar da var.
-bir adamı deniz kıyısında vurduğunuz zaman, cesed suya deydiğinde yaradan çıkan kan suya sızıyor ve mükemmel bi efekt oluşturuyor. 
-atm'lerde para çeken adamları öldürüp çalarsanız 500-4000 dolar arası para alabilirsiniz.
-banka araçlarını soymak için ilk evvel araca pusu düzenleyin, içindekileri öldürün, sonra aracın arkasını patlatın.
-chop'un sadece baseball topunu değil el bombasını da size getirmeye kalktığını acı bir şekilde öğrendim. 



-trevor ile yoldaki kadınlara laf attığımızda yürüyüşlerini hızlandırıyorlar, ikinci bir lafta ise koşarak kaçıyorlar. franklin ise kadınların dilinden anlıyor ve kadınlar olumlu karşılıyor. 
-dağ içindeki geçitlerden/tünellerden geçerken gps kapanıyor.
-dağda gezerken dikkatli olun kaplan saldırıp öldürebilir.
-hava alanı, askeri bölge gibi yerlerde kaçmak çok zor polisten. zaten girince direkt 3 yıldız alırsınız.
-hızlıca gidip kanalizasyon girişleri gibi yerlere saklanmak lazım en iyisi, geceyse ışıkları ve radyoyu tamamen kapatmak çok işe yarıyor, dibinizden görmeyip geçebiliyorlar. burada herhalde stealthin yüksek olması lazım, franklin'i ile farkediyorlar böyle ama micheal ile hep saklanabildim.
-yaya olarak kaçarken de peşinizde helikopter yoksa binaların üst katlarına çıkıp l3e basarak beklemek işe yarıyor.




-eğer bir npc araç altında kalmışsa ve ölmemişse altından sürünerek çıkabiliyor.
-her türlü aracı kullanırken kaput kamerasına (iç kameraya) alıp r3 e basılı tutarsanız, karakterlenizin arabanın içindeki tiplerini ve konuşmalarını görebilirsiniz. çok komik oluyorlar, hepsi ayrı bir artist hepsi ayrı bir şekil, hele ani fren yapınca kafaları öne doğru geliyor, baya güzel olmuş, aynaya bakışları da çok güzel. arabalar da dikiz aynasına bakarken, tırlarda falan yan aynaya bakıyorlar. uçak ve helikopter de manzaraya bakıyorlar. bende alışkanlık oldu, her araç kullandığımda mutlaka iç kameraya alır kısa bir süre r3 basar, içerde ki ne yapıyor diye bakarım. araba sürerken telefonla görüşmeleri de çok şekil.
-benzinliklerin içine bodoslama dalmayın, dikkatli olun, benzin pompalarına hızlı çarpınca patlıyorlar ve arabanızda patlıyor ölüyorsunuz.


-random görev sırasında, son model bir range rover çaldım ve sakince ilerlerken araba birden stop etti. öylece durdu kaldı, motor durdu ve tüm elektrik tesisatı devre dışı kaldı. hiç bir şeyi (korna, far, radyo) çalışmaz oldu. polis falanda kovalamıyordu. muhtemelen lüks arabalarda araç takip sistemi ve uzaktan durdurma var. benim çaldığım bot, kısa bir süre sonra uzaktan aracın elektrik sistemini devre dışı bıraktı ve araç olduğu yerde kaldı. çok uğraştım ama bir daha çalışmadı. iyi düşünülmüş bir şey, gerçek hayatta araç takip sistemlerinin hemen hemen hepsinde arabayı uzaktan çalıştırma ve durdurma var.
-haritanın sol üst noktasında dağın eteklerinde dolaşırken, hemen solumdaki karayolundan help! help! diye bir ses geldi. uzaktan kimin bağırdığını göremedim. telefonun fotoğraf çekme özelliği ile zoom yaptım ve aşağıda karayolunun kenarında kaza yapmış ve yanan bir araba gördüm. şoförü dışarı fırlamış ve acı içinde bağırarak yerde yatıyordu. yardım etmek için hemen yanına gittim ve yaklaşınca harita da mavi nokta yandı. evet bu rastgele gerçekleşen bir görevdi ve adam yaralıydı benden yardım istiyordu. önce ayağa kaldırdım, sonrasında beni hastaneye yetiştir dedi, haritada sarı nokta çıktı. hemen yoldan bir arabaya çevireyim dedim, ortalıkta bir tane bile araba yok, sürekli tır ve kamyon geçiyor. hemen bir tır ele geçirdim, yaralıda yanıma bindi. ben hastaneye doğru yol alırken o acı içinde bağırıyordu. kaput kamerasında iken r3 e basınca adamın ne halde olduğunu görebiliyordum. bir türlü hastaneye varamadım, çünkü tır çok yavaş gidiyordu. adam gittikçe daha şiddetli bağırmaya başladı ve en son sesi soluğu kesildi. r3' e basıp tekrar baktım, adam kafasına kokpite koymuş, ölü bir vaziyetteydi. haritadan sarı noktada kalkmıştı. evet adam ölmüştü ve adamı hastaneye yetiştiremediğim için kendime çok kızdım. tırı bırakıp traktöre bindim.
-yine bir gün evden bi çıktım sağanak yağmur var ama deli yağıyor. dedim arayım da bir taksi çağırıyım, neyse çıkardım telefonu aradım taxi cab co. 'yu eleman demesinmi "sorry i cant send any cab at this time its about weather" oha yaw dedim yok artık.
about weather" oha yaw dedim yok artık.


-sizin olan bir arabayı patlatırsanız, arabanız bir daha garajınızdan spawn olmuyor, ya tekrar satın alacaksınız ya tekrar çalacaksınız ve garajınıza sokup oyunu safehouse dan kaydedeceksiniz. 
-araba modifiyesinde aracınızın hasar alma oranını daha da düşürebiliyorsunuz. netice de kalite araba kolay elde edilmiyor. patladı mı bitti gitti, tekrar para bayılmak zorundasınız. o yüzden daha dayanıklı yapabilirsiniz. 
-hemen ön yargılı davranıp da araçların yol karakteristiği kötü falan demeyin, gereken yerlerine gereken modifiyeyi yapın ve karakterlerinizin sürüş yeteneğini (driving) geliştirin, birde ondan sonra görün. arabaları, jipleri, vs. modifiye yaptığınız da çok iyi sürüş dinamiklerine kavuşuyorlar, modifiyesiz araçların drift yeteneği, yol tutuşu, vites geçiş, freni pek iyi değil. zaten dört dörtlük olsalar modifiyeye ne gerek vardı değil mi? bir arabaya modifiye yaptıkça inanılmaz keyifli sürüş yeteneğine kavuşuyor. birde karakterlerinizin sürüş yeteneğini (driving) geliştirin, buda arabaların gidişini önemli derecede etkiliyor. 



-poligon içeren ammu nationlara mutlaka uğrayıp atış yapın,heleki franklinin shooting skill'i başta çok zayıf oluyor.burda kısa sürede yükseltebilirsiniz,hemde daha açmamış olduğunuz silahlarıda kullanma şansına erişirsiniz.ne yazıkki bu açılmamış silahları vaktinden önce satın alamıyoruz, görevlerde ilerledikçe açılacaklar. 
-michael'ın strength'i başlangıçta çok zayıf oluyor, tenis oynayarak hızlıca geliştirebilirsiniz. 
-otoyol kenarlarında yada benzincilerde bulunan marketler soygun için kolay lokmadır, 300-400$ civarı kasalarından para çıkıyor.içeri girin ve silah doğrultun, kasayı hemen boşaltacaktır.(
-grenade launcher ve rocket launcher haritada sizin almanız için bekliyorlar, bedava.
-polislerden illa araçlarla kaçmak zorunda değilsiniz, freestyle koşu yaparak da kaçabilirsiniz. hani şu filmlerde çatılardan atlayan newyork' a özgü bir spor var ya, işte onlar gibi boyunuzun yettiği çatılardan, duvarlardan, tellerden, vs. atlayarak polisi atlatabilirsiniz. bir ve iki yıldız aranma da çok işe yarıyor. bir anda aramadan düşebiliyorsunuz. bence araçla kaçmaktan daha zevkli. 




-arabayı kaput kamerasından sürerken r3 e basılı tutun, arabanın içinde olup bitenleri görürsünüz. 
-arabayla yağmurda gezerken veya ıslak bir yerden geçerken, ön ve arka tekerlerin geriye doğru su attığını göreceksiniz. çok gerçekçi olmuş. 
-trafik lambasında önünüzde araba duruyorsa kornaya basın, her basmanızda öndeki şöför arabasını hafif hafif öne salacak, tıpkı gerçek hayattaki gibi.
-trafik lambası olmayan bir kavşakta önünüzde araba durursa, kornaya asılın, hemen ilerlemeye başlıyor. 
-sireni olan her türlü araç, l3 basıp çekme ve l3 e basılı tutma kombinasyonu ile farklı siren sesleri çıkarır. 
-sireni olan araçlarla trafikte seyir ederken sirene asılın, önünüzde ki araçlar sağa sola kaçıp size yol veriyor. kimsi abartıp panikle sağa çekip duruyor. özellikle özel team' in vıp aracında sirene asılmak çok zevkli oluyor.