müzigin ya da düşün hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın
klasik müziğe olan ilginizi daha çok arttırın. inanılmaz güzel melodiler duyacak, birbirinden ilginç hikayeler okuyacak, müzik sanatının derinliklerine temas edeceksiniz. aynen ve tam gaz klasik müziğe devam. bunu ankara sincan’dan bildiriyorum.
vereceğim örnekler arasında seçim yapamayıp hepsini yazmaya da erindim şimdi. çok beğendiğim 3-4 tanesinin dışında beethoven, mozart,bach,chopin vs'lerin efsaneleşmiş klasik konçerto ve sonatlarının dışında paylaşım yapmak istiyorum biraz.
fakat siz yine de şunlara kulak verin. benim vereceğim örnekler de bunlar olsun.
1 Gabriel Fauré - Pavane
klasik müzik sevmeyenlerin önüne atılası güzellikte bir eserle giriş yapıyorum listeye.
tabi aslında bu kadar kaypak yorumlara layık değildir hiçbir zaman. salt flüt ama bazen keman ve piyano harmanıyla dinlenmelidir, filarmoni orkestrasinin o cok sesligiyle dinlendiginde ise hayati durdurabilir.
dünyanın en güzel melodilerinden biri olabilir.pavane çalarken dünyanın bi yerinde kiraz ağaçları çiçek açar. ya da siz öyle hissedersiniz.eşsiz, saniyede ağlatabilir. sonbaharda, kasvetli bir havada ve tarihi bir şehirde (prag veya viyana olabilir) sokaklarda rastgele yürürken dinyip nirvanaya ulasmak icin nelerimi vermezdim ya. belki bi gun olur diyerek umudumuzu yuksek tutalim.
pavane yeniden doğuşu anlatır. sanki böyle yıkıntıların altından çıkışı betimler. akla gelebilecek her türlü uyanış fon müziğiniz olarak rahatlıkla kullanabilirsiniz.
günümüzde ben dahil hemen herkesin "harika, mükemmel, şahane, harikulade, vs vs." dediği bu eser için bestecisi gabriel faure bakın ne demiş: ‘’ zarif fakat tarihin karanlığında kaybolacağını düşündüğüm bir beste’’
ilginç, çok ilginç. bestecisinin kısmen beğendiği ve yetersiz olduğu düşüncesiyle yitip gideceğini düşündüğü bir çalışmayı, her duyduğumuzda daha çok seviyoruz.
akli dengemden suphe etmeye basladigim, kafa yapsin diye cerez gibi ilaçlar ictigim gunlerde ayaklarimi yere bastirdi bu muzik. sozsuz oldugunu iddia edenler var. ama bana "yuzles, yuzles" diye fisildiyor surekli. kacamayacagima gore hayatimdan, adam olup yasamaya calismam lazim.
tek bir sarki bunca seyi nasil soyler? valla onu ben de bilemeyecegim.
2 Ludovico Einaudi - Divenire
insanı havalara uçuran, bulutların arasında özgürce koşmanızı sağlatan muhteşem bir beste. güne başlamadan önce mutlaka dinlenilmeli.
cennetin arka planında çalması muhtemel albüm.
tüyleri diken diken ettirerek dinlettirir. repeat'e aldırır. ilham verir. huzur verir.
bundan sonra bestelenecek herhangi bir parçanın da beni bunun kadar etkileyebileceğini zannetmiyorum.
cennetin arka planında çalması muhtemel albüm.
tüyleri diken diken ettirerek dinlettirir. repeat'e aldırır. ilham verir. huzur verir.
bundan sonra bestelenecek herhangi bir parçanın da beni bunun kadar etkileyebileceğini zannetmiyorum.
3 Handel - Sarabande
baş üstat stanley kubrickin filmi olan barry lyndon gelir hep aklıma bu çalınca
"barok müzik" kavramını yalnızca 30 saniye içinde özetleyebilecek bir şaheserdir. duyduğunuz her bir nota, önceki ve sonrakini kucaklar. sonuçta ortaya çıkan bu "kütlesel müzik" ölümcüldür.
bana, pachelbel'in canon'unu anımsatır. hani utanmasam "basit" diyeceğim ikisine, de, yanlış anlaşılmasından korkuyorum...
bazen dinliyorum handel'inkini. yüzlerce kez dinlenesi değil aslında. bir romanın en vurucu bölümünü okurken dinlemiştim, bir eseri sadece bir kitabı okurken dinlemiş olmak faydalı bir şey. sonra bir gün o eseri tekrar dinleyince o kitabı hatırlıyorsun, kitabı okurken yaşadığın duyguların bir çorbasını içiyorsun, sadece 3 dakikada, böyle bir şeyin başka bir alternatifi de yok (tekrar o kitabı okumak dışında, o da uzun sürüyor). sarabande'nin fonunda biri konuşuyor bende, gülüyor, ağlıyor, mülüyor, yüksek sesten tiradını atıyor, o kişi de handel değil bazen mozart bazen beethoven'dır aslında, ikisi de kendi tiradını yazmış üstüne. neyse, harcanıyorum buralarda.
sarkiya saygiliyim sevgiliyim ama napayim serbest cagrisim bu (SIRA BENDE)
4 Yann Tiersen - Comptine d`un autre ete - l`apres-midi
yann tiersen film müziği yapmıyor bu adamın müziklerine film yapıyolar dememi sağlamış eser
koşup koşup peşinden, kendini kaptırıp, bulutlarda uçarken, kalbin heyecanla çarparken ve sen hep yükseldiğini sanarken birden aslında düşmekte olduğunu anlamanın ve kaybetmenin derin üzüntüsünün şarkısıdır. piyano ağlıyor lan resmen.
bir büyü ne kadar süre bozulmaz?
bir büyü, ne kadar süre etkisini ve şiddetini hiç yitirmeden devam eder?
sanki bu soruların cevabını vermek istemiş yann tiersen, "ömür boyu" demiş ve gülümseyerek dönüp arkasını gitmiş...
bu büyülü melodiyi ne zaman, nerede duyarsam duyayım, o an yaptığım her şeyi bırakıp gözlerimi kapatıyorum.
bunun sağ el ile çalınan kısmını çalabiliyorum, yalnız işin içine sol el de girince beynim mavi ekran veriyor. ya sağ ya da sol aksıyor. müziğe olan yeteneksizliğimden kaynaklandığını düşünüyorum ama ölmeden önce eninde sonunda bunun tamamını çalmaya öğrenicem, yaziyorum buraya.
5 Michael Nyman - The heart asks pleasure first
insan ister istemez kafasini saga sola falan hareket ettirir bunu dinlerken, sonra aniden biter.
konuşamadığınızı, daha doğrusu konuşmak istemediğinizi düşünün... sevincinizi, üzüntünüzü, hatta öfkenizi bir nesne aracılığı ile yansıttığınızı düşünün... düşüncelerinizi yansıttığınız o araçtan bir anda koparıldığınızı düşünün... sesinizin yerine koyduğunuz, parçanız olmuş o nesneyi ardınızda bırakmak zorunda kaldığınızı düşünün... işte, "the piano" filminde ada mcgrath piyanosunu kumsalda, ardında bırakmak zorunda kaldığında; şaşkın, öfkeli, ama bir o kadar da ürkek, ona, "sesine" doğru çaresizce bakınırken bu müzik çalar, çalar, çalar... onun o ruh halini seyircinin kulaklarına fısıldar o müthiş tınılar. hatta bu müzik filmin muhtelif sahnelerinde de farklı melodilerle çalınır kulağımıza.
6 Chopin - Nocturne in C Minor
beste chopin'in, ama arnalds'in film için tekrar yorumladigi versiyonunu paylastim.
oyle her yerde ve her anda dinlenemeyecek parca. hani listeme kiyayim, sirasi gelince calsin olmaz, olmuyor. ayri klasorde tutmak, listelere dahil etmemek icap ediyor.
evet evet, çoğu klasik müzik gibi üzüp huzura sevk ediyor. üzüyor, canini sikiyor, ama bunda bir huzur buluyorsun. velhasil kelam "degisiktir"
szpilman efendiyi hatirlayanlar için söyleyeyim; piyanist filmin acilisini da kapanisini da yapan muziktir. ( besteci chopin’in de polonyalı olduğunu söylemeden geçmeyim)
piyanonun ayrı bir yeri olan insanlar için, piyano ile çalınan her bestenin huzur getirdiğini bilmek lazım. hiç dinlemediysen aç dinle bak, tanısan çok seversin
7 Hans zimmer – Time
çok fenasın zaman. aklımı da alacaksın diye korkuyla bekliyorum... belki de çoktan aldın; sadece ben ayırdına varmadım artık aklım da olmadığı için. çok fenasın zaman... çünkü sen, verdiğinden çok daha fazlasını alıyorsun her seferinde. geri de vermiyorsun. hayır ama, "keşke" değil işte. hiç keşke yok içimde..
bence müziğin evrensel olduğunun kanıtı olan eserlerden birisi. piyanonun o muhteşem tınısı ile harmanlanan yaylılar uzaklara götürür hakikaten.
hüzünlü gibidir biraz. hans amca da ismini ona göre koymuş herhalde. zaman da hüzünlü olabiliyor zaman zaman...
bende uyandırdığı en güçlü duygu çok büyük bir seylerin sona erdiği hissi. o kadar kuvvetli ki o hayal edemediğimiz büyüklükteki evren şu şarkı eşliğinde yok olsa iyicene bi yayilir izlerim
8 Ennio Morricone - The Ecstasy of Gold.
tüm zamanların en efsane filmi olan iyi kötü çirkin’in soundtrack'lerinden.
ennio morricone'nin nasıl bir müzik dehası olduğunun kanıtlarından biri. metallica hep bunun gazıyla girer konserlere, gerisi de gelir zaten.
dinlerken "nereye gidiyorum lan ben böyle atın üstünde falan" hissi uyandıran parçadır
kadıköy’de fener maçlarindan önce bunu calmalarini o kadar çok isterdim ki..
9 G Minor - Albinoni's Adagio
ispanya la liga maçlarından önce yapılan saygı duruşu esnasında bu eseri çalarlar. yalnız eserin kendisi de saygı duruşunu hak edecek derecede özeldir.
bilenler bilir zeki demirkubuz kıskanmak adlı filminde de bunu kullanmıstır.
bestelenirken albinoni 'nin hangi ruh hali ve vaziyette bunu yazdığını çok net anlarız, acıdan ziyade salt bir hüzün girdabında, çıkışı olmayan bir yoldadır kendisi. ben içindeysem o girdabın, siz sevgili dinleyen , buyurun konuk olun hüznüme der. notaların yanına ilişiverirsiniz, yanınıza aldığınız hüzünle.
hüznü çekilir kılıyor birazda. hüzünlendiğim bazı zamanlarda dinlerim, rahatlatır. hislerim yerli yerinde durur ama düşünceler uçar gider zihnimden.
insanı hayatın ötesine sürekleyen, zamanı unutturan, hayatın yenik düşmüş cüsselere kadeh kaldırırcasına yüzünüze çarpan, ötelerden bir yerlerden gelen notalar dansı gibi; hüzünlü, karamsal ama hala bir yerlerde gizlediği umudu olan, durağanlığa karşı hafif meltem edasıyla beyninizde esen rüzgar gibi
yeryüzünde şimdiye kadar yaşanmış tüm hüzünlerin, üzüntülerin, ezaların, cefaların toplamından oluşturulmuş gibi ve biz dinledikçe daha da birikiyor.
10 Beethoven - Moonlight Sonata
ölüme, cenaze marşıdan bile daha çok yakışan eser.
olabilecek en romantik melodilerden biri. Şöyle bir öyküsü var.
bir gün beethoven, bir arkadaşı ile birlikte viyana sokaklarında dolaşmaktadır. tam bu sırada bir apartmandan piyano sesi geldiğini duyar ve kafasını kaldırıp bakar. apartmanın ikinci katındaki cam açıktır ve ses oradan gelmektedir. arkadaşına, çalan kişinin muhteşem çaldığını ve onu görmesi gerektiğini söyler. ikisi birlikte ikinci kata çıkıp kapıyı çalarlar. kapıyı açan kadın, beethoven’ı hemen tanır ve şok olur. beethoven, piyano sesine geldiğini ve mutlaka çalan kişiyi görmek istediğini söyler. kadın, piyanoyu çalanın kızı olduğunu ve tanışmaktan mutlu olacağını belirterek onları içeri alır.beethoven, piyano çalan kızın olduğu odaya girer. annesi kıza, beethoven’ın geldiğini söyler ve kız çok heyecanlanır, hemen ayağa kalkar, fakat kız kördür. bunu gören beethoven, “lütfen benden bir şey isteyin” der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek. kızın cevabı şu olur; “ben hiç ayışığı görmedim, bana ayışığını anlatır mısınız?” bunun üzerine beethoven piyanonun başına geçerek, ay ışığı sonatını, doğaçlama olarak besteler.
çok sık dinleme taraftarı değilim bu müziği. belki senede beş altı defa. zamanı geldiğinde kendini belli ediyor zaten. kesinlikle gece, pencereden ay ışığı sızarken, yatağın içinde kulaklıkla dinlenmesi gerekir. belki 3 ya da 4 tekrar.
ayrıca çok şaşkınım. bir müzik, bir kaç notanın yan yana gelişi insana nasıl tarif edemediği şeyleri, hatta belki de bilmediği onca şeyi yaşatıyor gerçekten şaşkınım.
ruhunu öpeyim beethoven
11 Pachelbel - Canon in D Major
dünyanın en bilinen klasik müzik parçalarından biri. şimdiye kadar en çok değişik yorumu yapılmış klasik parçadır. kemandan tutun da, elektro gitara kadar bir sürü enstrumanla çalınmıştır. bağlama versiyonu bile var.
her dinleyişimde hep aynı duyguları ve bir "şey" i anımsatıyor bana. hani bazen olur ya sahip olmayı çok istediğiniz bir şeyler. aslında şeyler değil de "şey"dir o. çünkü ona ne konduracağınızı bilemezsiniz ya da bir sıfatı nasıl yakıştıracağınızı bilemezsiniz. bir sıfat koymak istersiniz ona da, bilemezsiniz. o kadar belirsizlikler içerisindedir ki her şey ve geçmiş zaman, bu ritmleri dinlerken uçarsınız.
böyle romantik, gerizekalı insanlar gibi anlatacağım ama başka türlü betimleyemiyorum, gözlerinizi kapatın ve uzanın bir yerlere, yemmyeşil çimenlerin üzerinde uçuyorsunuz, kollarınızı açmışsınız iki yana, bir öyle bir böyle. aşağıda bir hatun var, dans ediyor çimlerin üzerinde, gözlerini kapamış bir o yöne bir bu yöne salınıyor. saçları savruluyor bir yandan, siz yere iniyorsunuz elini tutuyorsunuz, ardından belini kavrayıp sımsıkı sarılarak dans ediyorsunuz onunla. sonra o gözlerini açıyor, size bakıyor ve hiç bir şey söyleyemiyorsunuz, sadece o gözlere bakıyorsunuz, belki de hiç bir zaman sahip olamayacağınız o gözlere, konuşmak değil de gözlerini merak ve özlemle düşünüyorsunuz.
bunca şeye rağmen huzur veriyor bu şarkı bana, hayalinizdeki ve de çok uzaklardaki birisini düşünürken. sizi sadece düşündürüp, hayal ettirebilen bu şarkıyla özlemle düşlüyorsunuz, o, şeyi.
ve şimdi sen , gözlerini kapa, şarkıyı aç ve dediklerimi yap.
.
12 André Rieu - And The Waltz Goes On
(composed by: Anthony Hopkins)
hannibal lecter'ın klasik müzik aşkı boş değilmiş demek ki. adam yaşayarak dinliyordu zaten, belli oldu şimdi bu tutkunun kaynağı. meğer keramet anthony hopkins'in kendisindeymiş.
muhteşem bir eser değil, çok güzel, ama öyle büyüleyici falan değil. hatta yer yer valsten çok film müziğine benziyor -ki bu da şaşırtıcı değil.
fakat asıl güzel şey; anthony hopkins'in görülmeye değer heyecanı. yani adam zaten aşmış, neleri başarmış nelerde oynamış, adam sir lan. ama yine de çocuk gibi heyecanlı ve neşeli, yazdığı eser ilk kez çalınırken. ve bence büyük insanları büyük yapan önemli etkenlerden birisi de bu heyecandır.
kimsenin heyecanı hiç bitmesin be lan.
saygılar hannibal lecter abimize.
13 Tschaikowsky - Sugar Plum Fairies
şirin mi, hınzır mı, korkutucu mu, şeytani mi anlaşılamayan bir şey bu
aslinda hastasi değilim bu müziğin ama buraya eklememin sebebi benim için özel bir yeri olmasidir,
sanirim birinci siniftaydim. hayatimdaki ilk aşkım, çocukluk aşkım özge, barbie bebek hastasiydi. sırf onun için ‘barbi fındıkkıran balesinde’ filmini bulup indirip onu izlememiz için eve davet etmiştim. Sanirim bi kizla bas basa izlediğim ilk filmdi bu ve filmin dans sahnesinde tschaikowsky’nin bu eseri caliyordu. ilk defa orada dinlemistim bu eseri , ordan aklımda kalmış baya da sevmişim.
14 Dmitri Shostakovich - Waltz No. 2
dmitri shostakovich'in bestesi..
sinema üzerinden gidiyorum biraz kusura bakmayin ama stanley kubrick’in eyes wide shut'ın soundtrakinde bulunduğunu söylemem gerekiyordu.
butun sarkilar bu sarki gibi olsa dunya alice harikalar diyari gibi garip bir yer olurdu, zurafalar, filler falan...
ruyada gibiyiz.
garip bir beste.
mutluluk bize göre değil dimi a dostlar? diyesim geldi ancak vals öğrenme isteği uyandırmadı desem yalan söylemiş olurum.
sinema üzerinden gidiyorum biraz kusura bakmayin ama stanley kubrick’in eyes wide shut'ın soundtrakinde bulunduğunu söylemem gerekiyordu.
butun sarkilar bu sarki gibi olsa dunya alice harikalar diyari gibi garip bir yer olurdu, zurafalar, filler falan...
ruyada gibiyiz.
garip bir beste.
mutluluk bize göre değil dimi a dostlar? diyesim geldi ancak vals öğrenme isteği uyandırmadı desem yalan söylemiş olurum.
15 John Murphy - Sunshine (Adagio In D Minor)
modern klasiklerdendir, listedeki en popüler olmayan budur, fazla bilinmez. astronomi’ye olan merakım dolayisiyla ekledim listeye, gece yarilari iyi gider.
sunshine ve x-men days of future past filmlerinde de çalmistir
16 Yanni-One Man's Dream
listeye son anda burçak'in tavsiyesiyle aldığım parça, bir kaç kez dinledikten sonra ki olusan hislerim tazeyken yazayim hemen.
hayal kurduğum zamanları hatırlatti bu, hayallerimi başkalarının koyduğu kurallarla nasıl da hissizleştirip öldürmüşüm yüzüme yüzüme vurdu. kendi elimle kendi mutluluğumu nasıl öldürdüğümü, nasıl hayallerimi göz göre göre çiğnemişim onu anlattı. hayatım nasıl da birkaç yıl içinde hem tamamen aynı kalıp hem de geri dönülemez bir şekilde değişti? bir çocukken nasıl bu kadar umursamayan bir yetişkine döndüm?
gezegende neler neler dönmüş biz yokken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder