26 Nisan 2015 Pazar

aurora

yerli halkın ‘ruhların dansı" adını verdiği, en çok yeşil renkte görülen ve kanada'ya gittikçe görülme ihtimali artan kuzey ışıkları.

bunun oluşma mantığını biraz araştırdım allah affetsin sözelciler anlamayacak büyük ihtimal. ben yinede anlatayım. şimdi güneş rüzgarı manyetik alanı uygun doğrultuda yaklaştığında dünya’nın manyetik alanı ile etkileşiyor ve güneşten gelen parçacıklar manyetosfere girerek manyetik yol boyunca ilerliyor.  manyetik etkileşim artınca parçacıklar dünya’ya doğru hızları artıyor. atomlar ve moleküller atmosferdeki çarpışma ile elektriksel olarak uyarılır. uyarılama dediğimiz şey, kısaca elektronların fazla enerji almaları sonucu daha üst orbitallere çıkmasıdır. (sözelciler hala burda mi?) kimyasal olarak atomlar daha kararlı olmak istediklerinden, uyarılmış parçacıklardaki elektronlar temel seviyelerine geri dönmek isterler. geri dönme esnasında fazla enerji de dışarıya maddenin dalga boyuna bağlı olarak farklı renklerde bırakılır. atomik oksijenden dolayı çoğunlukla yeşil ve kızıl renkler oluşur. atmosferin yüksek katmanlarında farklı gazlar ve bileşiklerle etkileşiminden farklı renkler ortaya çıkar.


dünya haricinde venüs, jüpiter, satürn, uranüs ve neptünde aurora benzeri kutup ışıkları görülürmuş. Mesela uranüs ve neptünün manyetik kutupları ekvator civarında olduğu için ışıklar diğer gezegenlerin ve tersine ekvatorda meydana geliyormuş (bizde de böyle olsaydi ekvator'da olustuğu için türkiye'den bile görülme ihtimali olabilirdi)






eski zamanlarda insanlar bunların ruhların görüntüsü olduğunu düşünürmüş. sanırım ilk çekilen conan'da da vardı böyle bir görüntü.
bu tarz şeyleri cinlere perilere bağlayan kişiler 500 yıl sonra da yeryüzünde olacaksa gerçekten çok hayal kırıklığı yaratıcı bir şey olur bu


aşağıdaki linklerden nasa,natgeo vs. gibi sitelerden derlediğim yüzlerce fotoğraf ve videolara göz atmalısınız bence.



günün birinde bu ışıkları canlı görebilirsem eğer mutluluktan bayılabilirim,

aurora ışığı altında sevgiliyle sevişmenin tanrıya ibadet olacağını düşünmekteyim, aurora seven hanımefendiler eqlesin

20 Nisan 2015 Pazartesi

sıradanlık

senelerdir yasadıklarımdan çıkardığıma inandığım ve emin oldugum tek düsünce var; beklentiyi düşük tutmak her zaman iyidir. kendinden, çevrenden, olaylardan. her şeyden beklentiyi düşük tutmak gerekli. beklenti ne kadar yükselirse uğrayacağın hayal kırıklığı da o kadar büyük olur."mal olduğumu fark edebilecek kadar akıllıyım" 
bunu içtenlikle diyebildikten sonra bir çok şey hallolmaya başlıyor zaten.

minimum beklenti ile nereden nasil geldigi belli olmayan tarifsiz bir memnuniyet ve rahatlik. sonu, cogu zaman bambaska ve alakasiz yerlerde yasanan bir aydinlanma ile tamamlanan bir surec. belki bir markette yogurdun ucuzunu ararken, belki aksam eve donerken servisin camina yansiyan yorgun halinize bakarken, belki de zamaninda ''sunu kesin yapalim'' dediginiz bir seyin, baskalari icin siradan bir sey olmasini irkilerek fark ettiginiz bir an. ne sekilde oldugu hic fark etmiyor. bir suredir icten ice sizi durten o seyi o an yakaliyorsunuz suc ustu. anlik bir karanlik ve kabul edememe sureci. ama cok kisa. hemen pesine buyuk bir aydinlanma hali ve kabul etme ani. 

genelde çok zengin olmak istiyoruz. sıradan olmayı hazmedemiyor bir çoğumuz. özel olmalıyız, en azından bir kişi için. kafasında olmak istedigi kişiyi olamamış biri olarak, başka bir olamamış ile ilişkiye giriyoruz. iki sıradan insan birbirinin ne kadar özel biri oldugunu hatırlatıp duruyor. aralarından biri hatırlatmayınca da ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. uzun süre hatırlatanlar belli bir sure sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ki ikisi de birbirine bunu hatırlatmaktan sıkılmış, çocuk yapıp onu dunyanın en özeli kılıyorlar. seçildiği için, annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. istediği gibi biri olmak yerine anne babanın kafasında olmak istedigi ama olamadıgı insanı olmak zorunda. hayır demesi neredeyse imkansız... bu hayır diyemeyenler de büyüyüp, çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor... bu kısır döngü böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz.

sabah 7 de kalkıp okuluna işine gidiyorsun akşam evine geliyorsun. ders çalışıp, test çözüp, televizyon seyredip, internette takılıp, oyun oynuyorsun. arada kafeye, bara, restorana gidiyorsun. yemek yiyorsun, 2 bira içip arada da sevişiyorsundur. daha ne yapabilirsin ki. bunları yapan insan kendinde ne gibi bir sıradışılık görebilir. en fazla sıfatlar ve konumlar değişir. evlisindir, çocuk sahibisindir vs.

siradan bir isin var. siradan arkadaslara sahipsin. butun hafta boyunca hafta sonunu bekleyip, hafta sonunun buyuk bolumunu evde geciriyorsun. artik pazartesiler bile sendromlu gecmiyor sanki. okulda dersanede, bir santiyede, bir fabrikada, bir yerlerde. bir zamanlar sana sikinti veren ''evde oylece oturmak'' kavrami, artik senin icin bulunmaz nimet konumunda muhtemelen. eve yorgun geliyorsun ve telefonunun calmamasi icin dua ediyorsun. cunku bahanelerin de tukendi artik. cikmamak icin bahane uretmekten de sikildin zaten. onlar da aramayiversinler canim. zaten butun gun yoruluyorsun. biraz kafa dinlemeye ihtiyacin var senin de. en iyisi eve donmek ve bir zamanlar ne tur seylerin pesinde ve hayalinde oldugunu dusunup, simdi geldigin bu noktadan neden rahatsiz olmadigini sorgulamak. su siralar en buyuk zevkin bu degil miydi sahi?

cunku aydinlanma yasadigin andan itibaren uzerinden buyuk bir yuk kalkiyor. o, neden sirtina yukledigini hicbir zaman anlamadigin gereksiz sorumluluklar gidiyor. ''ben onlar gibi degilim. ben kimse gibi degilim.'' dusuncesinin ne kadar gereksiz oldugunu dusunuyorsun. farkli olma cabasinin, farkli hissetmenin veyahut farkli olabilecegin umudunun sana dayattigi ve senin de sorgusuz sualsiz kabullendigin tum sacmaliklari, uzerinde 2.95 yazan bir yogurdu kucaklarken birakiyorsun orada ve kasaya dogru yoneliyorsun.

 birbirimize bunca yüklenmemizin de asıl sebebi bu sanırım; diğerlerini bunca kategorize eder, değersizleştirirsek kendimiz sivrilebiliriz gibi geldi bize. sandık ki sıradan ile değersiz aynı anlama geliyor. öyle değilmiş işte büyük yanılmışız.

sıradan olduğumuzu kabul ettiğimizi varsayıyorum. önemli olan sıradan olduğumuzu bilip sıradan hayatımıza ve kişiliğimize renk katmaktır. her şeyi, her düşünceyi okumak, kavramak, algılamak, öğrenmektir. sanat, bilim, spor, edebiyat bunlarla ilgilenip, keyif aldığın şeyleri yapmaktır. gezmek, görmek, dinlemek, düşünmek, keşfetmektir.

bunu başka bi yazida kullanmak isterdim ama olsun, konular zaten birbiriyle baglantili, sonucta ana fikrimiz ayni





yüce islam

bir ateist, tanrinin varolmadigindan emin olan, tanrinin varolmadigina dair elle tutulur bir kaniti olan kisidir. ben oyle bir kanit bilmiyorum. tanri uzak zamanlarla ve mekanlarla ve en ust duzey sebeplerle bagdastirilabilineceginden oturu, bir tanrinin varolmadigindan emin olabilmemiz icin evren hakkinda su an bildiklerimizden daha fazla bilgiye sahip olmamiz gerekebilir. tanrinin varligindan emin olmak ve tanrinin yoklugundan emin olmak, suphe ve kararsizlikla dolu oldugundan cok az guven veren bir konu hakkinda en uc noktalarda emin olmak gibi gorunuyor bana. 

ama dinler hakkinda buyuk suphede oldugumu soylemeden gecemeyecegim.
"bize şimdiye kadar anlatılmış tanrı, başka dinlerin tanrılari bu kadar devasa şeyleri yaratmis olamaz" demiyorsa sorgulasin kendini. ben sahsen kafamin halen almadığı karadelikleri, sicim kuramlarini, paralel evren gibi şeyleri yaratanla bir kadına saçını ört diyen gücün ayni olduğuna inanamam. bu devasa kütlelelerin evrende çok az yer tutmasını, devasa sistemlerin dönüyor olmasını gören adam da bir zahmet tanrının bir kısım kullarina kizip nuh tufanini gönderdiğine inanmasin. tek derdim islamla değil ama bu topraklarda doğup büyüdüm, o yüzden islam üzerinden örnek veririm. incile hakim değilim ama kuranı kerim'den okudugum kadariyla ahzab suresinde peygamberin evindekilere artık gidin demekten çekinmeyen, peygambere de bak ben çekinmiyorum, sen cekindin ama benim için sıkıntı yok diyen tanrının kütle çekim kuvvetini yarattığına inanamam. senin kafan yarilmasin diye viskoziteyi yaratan tanrı ile penisleri fazla deri ile yaratıp bir ara bunu kesin diye emir veren tanrının aynı güç olduğuna inanamam. şu an fikirlerim ''peygamberin savaştan alacağı ganimet oranıni belirten tanrı ile sürekli genişleyen evrende evrenin yaşını hesaplayabilelim diye uzaklaşan cisimlerin yaydığı ışıktan vb faydalanalim diyen tanrının aynı kişi olması imkansiz" yönünde ilerliyor. hayirlisi neyse o olsun bakalim.

7 Nisan 2015 Salı

dreamer poem


bu aralar çok sık şiirim geliyor. bu da dursun burada, okur okur ezberleriz.



geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.
neyi özlediğini,
kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın
hayalini kurmaya cesaret
edip edemediğini bilmek istiyorum.

kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.
aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için
bir aptal gibi görünme riskini
göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum.

ay'ın etrafında hangi gezegenlerin
döndüğü beni ilgilendirmiyor.
kederinin merkezine dokunup dokunmadığını,
hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını,
daha fazla acı korkusundan
kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.

saklamaya, azaltmaya ya da
düzeltmeye çalışmadan
benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını
bilmek istiyorum.
benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını,
insan olmanın sinirliliğini hatırlamadan,
bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan
çılgınca dans edip,
coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına
izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

bana anlattığın hikayenin doğru
olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
kendi kendine dürüst olmak için
bir başkasını hayal kırıklığına
uğratıp uğratamayacağını;
ihanetin suçlamasına dayanıp,
kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini
bilmek istiyorum.

güvenebilir ve güvenilebilir
olup olamayacağını bilmek istiyorum.
her gün sevimli olmasa da
güzelliği görüp göremeyeceğini
bilmek istiyorum.

benim ve kendi hatalarınla
yaşayıp yaşayamayacağını;
bir gölün kenarında durup
gümüş ay'a "evet!"
diye bağırıp bağırmayacağını
bilmek istiyorum.

nerede yaşadığın
ya da ne kadar paran olduğu
beni ilgilendirmiyor.
keder ve umutsuzlukla geçen
bir gecenin ardından,
yorgun, bitap da olsan,
çocuklar için yapılması gerekenleri
yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.

kim olduğun,
buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.
çekinmeden benimle ateşin ortasında
durup durmayacağını bilmek istiyorum.

nerede, kiminle,
ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.
diğer herşey bittiğinde
seni ayakta tutan şeyin
ne olduğunu bilmek istiyorum.

kendinle yalnız kalıp kalamadığını
ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini
gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

oriah mountain dreamer

saygı

bir ilişki bir şekilde belirtilen şartlarla başlamışsa, tek ihtiyacınız olan saygıdır.
sevgi, kimi zaman merhamete dönüşür. kimi zamanda ihtiyaca.
aşk, kimi zaman alışkanlığa dönüşür. kimi zamanda cinselliğe.
hoşgörü, kimi zaman tevazu gibidir. kimi zamanda cesaretsizlik.

şartlar her duyguyu değiştirebilir, keza bu normaldir. saygı kaybolmadığı sürece ilişki uzun sürer. 
sadece aşk olarak algılamayın. dostluk ve iş ortaklığı gibi ilişkilerin metraj süresini saygı belirler.

4 Nisan 2015 Cumartesi

#HalilSerkanOz

ne zaman insanların saçıyla sakalıyla uğraşılmayan bir ülke olacağız? makam, mevki, üniformaya sahip olup
toplumda edinemediği yeri bunlarla sağlamaya çalışan şekilci, içi boş,

vicdan ve karakter yoksunu insanlar bizi daha ne kadar yönetecek?
 mevkisini, başkalarını ezerek egosunun tatmini için kullanan vicdan, anlayış yoksunu insanlar yüzünden gelmedi mi başımıza bütün bunlar? size bu hakkı kim veriyor kardeş? ne zaman bu göt yalaya yalaya siyasileri ''allah'' yapan toplum adam olacak?

400 yıldır sakala, küpeye, saça, kıyafete takılan sağcı-solcu yobazlar sayesinde ülke cehenneme döndü, artık düşüncelere özgürlük tanıyan, kıyafete takılmayan insanlarla yaşamak istiyoruz.

doğada kendine benzemeyeni öldürerek soyunu sürdürme güdüsü var ya hani; sarı ördekler siyah ördeği sürüden kovar, maymunlar aralarındaki albino maymunu öldürür falan. bu beyinsizlerde de aynı mekanizma mı var: sana bana benzemiyor bu, o zaman yok edeyim şunu mu diyorlar amk?

şundan eminim ki, bizim toplumumuzdaki güç kodları bellidir. nabza göre zehir verir bu çiğ süt emmişler. eğer başa çıkabilecek haldelerse korkutma yoluna gidebilirler. ancak bazı insanların hakkını arayacağını bildikleri
için, en temel ve en iğrenç yol olarak itibarsızlaştırma yolunu seçerler. bu aşağılanmak ve ötekileştirilmektir. en değerli şey olan duruşunuzu ve benliğinizi kimliğinizi kişiliğinizi yıkmaya çalışırlar. hep bir bel altı vardır bu dalyarrak çomarların. itibarsızlaştır, fişle ve dışla. bu yöntemle o bok çukuru hayatlarını genişlete genişlete toplumun çoğunluğunu oluştururlar. tanıyoruz biliyoruz izliyoruz.

umarım bir daha insanlar birbirlerine kızarken önce bi düşünürler. sonra bir daha düşünürler. bir daha. bir daha. çünkü insan kızıyor bir şeylere, sonra üzerine düşündüğü zaman kızdığı şeyin ne kadar boş olduğunu anlıyor. öfke insanın mantığını yok ediyor. keşke böyle sonuçlanmasaydı bu olay da vali bey bu gerçeği daha basit şekilde anlasaydı.


 eğitimci görünümlü cahillerin okulları istila ettiği şu dönemde öğrencileri için mükemmel bir kitap listesi hazırlayan aydın bir öğretici olarak kalacak hafızamda. kendisini azarlayan vali listedeki kitaplardan en az üç tanesini okumuş olsaydı eminim bu rezil olayın baş kahramanı olmazdı.



"Herkes başkasında,kendisi olabildiği kadarını görür,çünkü onu ancak zekası kadar kavrar"Schopenhauer



#HalilSerkanOz