4 Şubat 2014 Salı

breaking bad'i özledik



Öncelikle söylüyorum. Babalar gibi SPOİLER içerir. Diziyi izlemeyenler okumasın




tüm kötü şeyler sona erdi. şu saatten sonra ciddi bir şey yazamıyor insan. insan bu diziyi izleyince mal mal ekrana bakıyor.. resmen oyuncağı alınmış troll gibi kaldık



breaking bad neden en çok sevilesi?



sinema kalitesinde sahneleri vardı.
dizi senaryo açısından 'nasıl yazılır'a örnek... bunu herkes kabul ediyor zaten. 
ben şahsen kamera diline hayran kaldım. çekim açıları, çekim teknikleri bu kadar mı yaratıcı ve güzel olur. adamlar  teknik açıdan çok üstünler. o renkler falan süper lan



 albuquerque’yi bize çok iyi tanıttı



insana albuquerque'ye gidip anlamsiz anlamsiz çöllerde gezme isteği uyandırıyor.
meksikadan farkı olmayan çorak bir yer bi bakmışız ki diziden sonra turistleri akın akın çeken bir mekan olmuş.
 sırf walter reis'in soluduğu havayı solumak için albukorki'ye uğrayan, onlar kadar şanslı olamadığımız türkler bile var


sizler için küçük bir gezinti ayarladım. 
heisenberg reis'in new mexico'daki evini google maps'te buldum. 
mouse veya klavye yardımı ile albuquerque sokaklarında boş boş dolanarak, bir nebze olsun özleminizi azaltabilirsiniz.
buraya tıklayın

bize kimyayı sevdirdi

bu diziyi kimya sevmeyenlerin gözüne sokmak lazım. insanların 2 tozu birleştirerek neler yapabildiğini çok güzel anlatıyor. o neydi bu neydi derken, neredeyse insana periodik cetveli ezberletiyor. küçük kardeşime bu diziyi izlettim, çocuk şimdiden kimyager olmaya karar verdi. o derece über bir dizidir breaking bad.





bu diziyi izleyen kimyacılar esrarengiz bir kişiliğe bürünmeye başlıyor.

walter white tarzı arazi olmalar,
okul müdürüne ''say my name'' şeklinde absürt sorularla yaklaşımlar,
okul laboratuvarında pamuğa 'tentürdiyot' dökerek kristal meth yapacağını sanmalar falan
herkes bi anda heisenberg havasına girdi. 






kimyasal reaksiyonlarda olduğu gibi;

tepkimeye girecekler ve eşik değerini aşacak kadar enerji, bir iki katalizör
sonrasında şenliği seyret. dizinin formülü bu sanki


walt'ın da dediği gibi
chemistry is magic.
chemistry must be respected!


değişim psikolojisini sürükleyici bir biçimde anlattı





 bu dizi insan ilişkilerini ve insanların geçirdikleri değişimi karakterlerine aşırı ama olası durumlar yaşatarak izleyiciye sürükleyici bir şekilde veriyor.
walt'ın değişiminin çevresindeki insanları etkileyişi ve herkesi kötüye çevirişi...
hikaye sanki bir dostoyevksi romanı, pink floyd'un wish you were here albümünden bir parça…

dizinin en başından beri değişimi kabullenme süreci ve başkalaşımı çok iyi görüyoruz.
değişimin ne denli mücadele gerektiren zor bir durum olduğunu, hislerin mantık ile paralel ilerleyebilme ihtimalini, neyin ne zaman suç olabileceğini, gelecekte bu gün suç kabul edilen şeylerin ve ahlaki düzenin değişebileceğini yada değiştirilebileceğini sorgulatıyor bize dizi.


örneğin uçak kazasından sonra okulun spor salonunda walter white’in konuşması vardı. O konuşmada walter kendisinden bahsediyordu, hayatında geçirdiği değişim, yaptıkları ve yaptıklarından duyduğu suçluluk ama aynı zamanda içindeki değişimi kucaklayışını, kabullenişini anlatıyordu. şimdiye kadar yaşadım, bunlarla da başederim, yaşarım der gibiydi. zaten konuştuklarını oradakiler anlamadı, kendi kendisine konuşuyor gibiydi.

yazının başında söylediğim gibi, breaking bad bir dönüşüm hikayesidir. adalete, hukuka, inanca, topluma bakışın değişimini/dönüşümünü anlatıyor. dizide bugün kesin emin olduğumuz inançların aslında bir vuruşluk canı olduğunu görüyoruz. o vuruşu vurabiliriz, yeter ki hayat bize o noktaya getirsin. bir hamlede her şey değişebilir. breaking bad’de bölümler boyunca baş karakterlerin dönüşmelerini izliyoruz. görüyoruz ki hiç bir şeyden tam olarak emin olamayız, kendimizi o kadar da iyi tanıyamayız. değişim hayatın içinde her an vardır ve tam yanıbaşımızdadır







dizinin ilk bölümünde dizinin ana temasını bizlere anlatmıştı zaten mr.white.
elementlerin kendi aralarında kimyasal etkileşimleri, değişimleri,kovalent bağ yapmaları, türlü türlü değişimlere uğramaları v.s.
işte dizide de karakterlerin değişimleri, o kadar güzel anlatılıyor ki...sanki atomların kendi aralarında slow motion etkileşimlerini izliyoruz...
mr.white'in heisenberg'e dönüşmesi, işsiz güçsüz junk jesse pinkman'in vicdanı ile muhasebeye girmesi. skyler white'in çıldırmaları. herşey ama herşey değişim ile ilgili. tabii bu değişimin merkezinde kimyacımız var.




ilk sezondaki pısırık, kurallara uyan adam gitti; yerine dengesiz, bencil ve yaşamak için herşeyi yapabilecek kapasitede biri geldi. ilk başta kanser olduğu için normal karşılamıştım; ancak daha sonra gücü hissetmeye başladığında o da herkes gibi dark side'a geçmeyi tercih etti. daha ikinci sezonda jesse'nin kız arkadaşının kendi kusmuğunda boğulmasına göz yumması, 3. sezon sonunda jesse için 2 tane herifi biçmesi, ve de 4. sezonda yaşayabilmek için yaptığı ölümcül plan, kendi hayatını kurtarabilmek için bir çocuğu bile tehlikeye atması,

walter'daki karakter değişimini o kadar ince ve güzel işlediler ki o garip, zavallı, iyi adamın son zamanlarda tamamiyle anasına sövülesi bir hale gelmiş oldu

sonuçta walter'ın da dediği gibi; kimya bir değişim işidir...




dizide ki bir sahneyi buraya taşımak istiyorum.

jesse ve jane arabada oturuyordur. jesse sanattan konuşmaya başlar. aynen şöyle bir konuşma geçer aralarında:
 jesse: biliyor musun hiç anlamıyorum. neden birisi defalarca, düzinelerce bir kapının resmini çizer ki?
jane: fakat aynı kapı değildir ki!
jesse: gayet de aynıdır.
jane: aynı objedir ama her defasında farklıdır. ışık farklıdır, sanatçının ruh hali farklıdır, her çizişinde başka, yeni biridir artık.

walter'ın her doğum gününde eve giriş sahnesine, karesine bakalım:




aynı kapı, farklı ışık, walter'ın farklı ruh hali, walter'ın her defasında farklı bir adam olması. değişim...

evet. şimdi bir de şunu anımsayın, bu değişimler sırasında, göze batan en küçük bir iğretilik, bir olmamışlık var mıydı? yoktu. işte bu dizinin efsane olmasının sebebi budur bence...



büyük aktörlerden övgüler aldı

anthony hopkins gibi birine 2 hafta süren bir baştan sona izleme maratonu sonunda, duyduğu hayranlığı dile getirmek için mektup yazmıştır.

o mektup
 bryan cranston abimiz galler kaplanı, ululardan ulu, erenlerden ermiş hannibal tarafından kutsandı özetle.


televizyon tarihinin en zeki intikamlarına sahipti


intikam finalleri en vurucu final çeşitidir. izleyiciyi huzura kavuşturur. breaking bad gibi üstün bir dizi tabii ki kusursuz intikam finaliyle bitmeliydi. bunu da son derece güzel yaptılar. 

 dizi aslında sürekli intikam konusu içinde geçiyor.

gus'ın partnerinin öldürülüşünden dolayı saran intikam duygusu,
jesse'nin todd'u öldürüp ondan andrea'nın ve ölen bisikletli çocuğun intikamını alması,
gus fring’in salamanca ile olan intikamlaşmaları,
walter'in lydia’nın çayına risin'i karıştırması, 
walter'in son bölümde makineli tüfekle ekibi temizlemesi 
vs...





ezberlediğimiz replikleri vardı













introsu insanı baştan çıkarıyordu
aşık olduğumuz soundtrackları vardı.



insanın mutfağa gidip bi tencere meth pişiresi geliyor.

Heisenberg Song - Negro y Azul

 kahramanlarımızın durumunu anlatmaktadır bu şarkı. muhteşem devam eder. arada danny trejo gözükür ve şarkı şoke edici bir biçimde biter. yaklaşık 4 dakikalık şarkıyı klibi eşliğinde baştan sona dinlemişizdir. "noluyor lan" demeye kalmadan meşhur jenerik girer. breaking bad kancayı demirle atmıştır. bugune dek bir dizide gordugum en orjinal ipucu verme ve merak uyandirma yontemidir. daha 2. sezondan herkesin anlayamayacağı üstü kapalı bir biçimde hikayenin sonunu söylüyor aslında

Badfinger - Baby Blue 

                                        


finalden günler geçse bile dinleyenlerin üstüne bir hüzün çöküyor.walter white o derece his yüklemiştir bu şarkıya. sanki şarkı dizi, dizi şarkı için yazılmış adeta.
ne zaman dinlesem meth mekanında walter reisin o yüzündeki gururlu, sırıtkan ve kazanları okşarken, gaz maskesini tutarkenki görüntüsü geliyor.

Breaking Bad Season 4 - If I Had a Heart 




jesse pinkman'ın dibe vuruş fon müziği, bitch!
jesse'nin düştüğü hali izlerken arkada çalar ki şarkı mı daha karanlık yoksa jesse mi bilemez insan. en nihayetinde birbirlerinin sözlerini tamamlayan çok yakın kader arkadaşları gibilerdir.
 bu şarkı iyi bir insanın yaşadığı kötü anları tanımlamıyor, direkt olarak bir insanın karanlık tarafına hizmet ediyor.
beklenmeyen anda çalmaya başlayınca dikkati sadece kendine çeken, düşünceleri durduran, uyuşturan bir parçadır. 

ufak bir bilgi olsun; breaking bad bu parçayi kullandıktan sonra;
vikings'in açılış müziği olmuştur.
person of interest 1. sezon 15. bölüm,
following in 1.sezon 7.bölüm,
the originals'ın 1. sezon 11.bölüm'de de kullanılmıstır.




Apparat - Goodbye







en başarılı kötülerden biri olan gustavo fring'in o eceline yürüyüşü gelir akıllara her seferinde. her güzel şeyin olduğu gibi breaking bad'in de sonu olduğu hatırlanır ve hüzünlenir insan.
düşme hissi yaratıyor bu apparat şarkısı. ardınızda bir şey bırakarak düşüyorsunuz hissi dinlerken bünyenizde hissettiriyor. düşeceğiniz bir yer de yok aslında.


yan karakterleri ana karakterlerden daha çok sevdiğimiz zamanlar oldu. 




saul goodman dediğimiz adam avrupa yakasında ki burhan altıntop'un avukat olmuş hali. adamın soyadı bile avukatlığa uygun. kampanya gibi soyisim. ben bu adam da inanılmaz fırsatlar varken müvekkillerini birbirlerine ispiyonlamamasını sevdim. better call saul. yo bitchs! adamım benim dizide en sadık köpektir kendisi, müşteri daima haklıdır düsturundan yola çıkmıştır kendisi daima. sezon bu kadar devam ettiyse, kendisi sayesindedir. kendisi gerçekten diziye çok ayrı bir hava katmıştır, o sürekli ortalığı toparlamaya çalışan abi havası ve mütevaziliği olsun, dea ajanlarına verdiği ayarlar olsun, höt dedin mi göt diyen alçakgönüllülüğü olsun ahahaha. 10 numara adamdın, inşallah yarabbim sana güzel bir gelecek sunmuştur, yeni hayatında başarılar, zaten seneye yeni bir yapımla karşımıza çıkacakmıssın, seni izlemek zevkli olucak. 







ya kimse sevmemiş ama sarışın romeo todd. bu çocuğu neden sevmediniz olm? kime ne zararı olmuş. bu çocuktan garson bile olmaz o kadar naif çocuğu tutmuşlar, neo-nazi çetesinin en önemli elemanı yapmışlar. 5*14'te çatışma sahnesinde bir silah kullanışı vardır ki, silah resmen eline yakışmıyor ahaha. bak ne dicem? jesse'nin ölümünü 2 kere erteleyen bu adam değil miydi? jesse ile geçmişimiz var deyip, ona dondurma götüren bu adam değil miydi? abayı yaktığı gergin motor karı skyler ölecek dediğinde, aşkına sünger çekip, walt reyiz'e saygımız var abla kusura bakma, bizde saygı en önce gelir deyip skyler ve holy'e dokunmayan bu adam değil miydi? hepsini geçtim.... son bölümde içerideki herkes öldükten sonra, ürkek ve korkmuş bir çocuk gibi dışarıya bakıp, mr.white... demesi. çocuk önce davranıp jesse ve walt'ı vurabilirdi ama yapmadı. şunu diyeceğim dostlarım; bu çocuk gerçekten diziye yeni bir renk katmıştır son bölümlerde ve iyi bir çocuktur. her iş gelirdi elinden, kimseye de yamuğu olmamıştır inanın, ben kefilim





holly:dünyanının en küçük aktristi,  ulan adamlar resmen 1,5 yaşında ki bebeğe bile rol yaptırmışlar ya.
14. bölümde hiçbir şey koymadı holly'nin ağlaması kadar








final sonrası asıl mağdur olan adam huell babinaeux'dur. lan, adam hala odada bekliyor.
seni para yığınının üstüne yatmış şekilde hatırlayacağız koca adam.






 böyle bir dizinin hiç farkında olmasaydım,  başka diziler keyifli olmaya devam edebilirdi. 
seni unutmayacağız...














1 Şubat 2014 Cumartesi

eğitim sistemi








eğitimci değilim. yazdığım şeyler size illaki saçma gelecektir.
gelelim icat ettiğim eğitim sistemine, üç yıllık dönemlerden oluşacak.

birinci dönem- görsel eğitim (ilk 3 yıl)

eğitimin bu ilk yılları tamamen görsellikten oluşacak. ilk 5-6 sene tamamen görsel. çocuğa 1. sınıfta okumayı öğretmek dışında her şeyi göstererek öğreteceksin.

hayat bilgisi dersi tamamen hayatın kendisi olacak. bitkileri, hayvanları, binaları.. somut olan herşeyi, dokundurarak, koklatarak öğreteceksin. açıp da televizyonda belgesel veya konulu video  falan izlettirerek değil.

ilk 3 sene çocuğu hep gezdireceksin. çocuk gezdiği yerlerden sonra kafasında ait olması gereken yeri belirlemiş olacak. Çiftlikleri gezdireceksin, hayvanlari doğayı bitkileri tarlaları kısaca doğayı tanımaya başlayacak. Şehrin en büyük hastanesine götürüp gezdireceksin, hastalıkları, hastane ortamını tanımaya başlayacak. Çocukları sinemaya götürüp bütün sınıfa film seyrettireceksin. Genel kültür seviyeleri artacak. yani demek istediğim derslerin çoğu okulda değil dışarda geçecek. okul denilen şey eğlence merkezi olacak çocuğun gözünde. Okulu sevmeye başlayacak, kaçmayacak, devamsızlık hakkı olmasa dahi okula gelmek isteyecek. çocuğun ailesinin yanında doğumundan itibaren geçirdiği asosyal 7 yıl yerin dibine geçmiş olacak. çocuğa hastanede onkoloji servisini gösterip ahanda sigara içerseniz bunlar gibi olursunuz dediğiniz zaman o çocuk ortaokulda lisede sigaradan yılandan kaçar gibi kaçacak.

çocuğu fabrikalara götürücen o iş ortamını gösterecen, makineleri vs tanıtacaksın, büyüyünce çoğunuz burada işçi mühendis vs olacak, şimdiden kendini hazırla diycen.
tarihi mekanları gezdiricen. gezdirirken hafif hafif ucundan eski moda tarih eğitimini vericen. çocuk osmanlının bırakabildiği topu topu 3-4 tane cami, külliye, hamam vb.. görecek, içine girecek. tarihi buralarda anlatıcan. osuruk kokusunun bok kokusuna karıştığı 60 kişilik sınıflarda değil.

çocuğu dağ başına çıkarıcan. aha da şuradaki yer ova, burası göl, şurası orman... hafif hafif coğrafya eğitimi. çocuklar sürekli hareket halinde, gezi halinde olacaklar. sınav mınav yok. Sinir yok, stres yok, mutluluk var. Çocuklar gezerken kaynaşacaklar. sosyalleşebildiği kadar sosyalleşecekler.

ikinci dönem (ikinci üç yıl):

gezerek öğrenmek bitmeyecek. eğitimin hiç bir döneminde. ancak bu sonra ki 3 yılda çocuk labaratuar ortamlarına girecek. Bütün her şeyi deneyler ile göstericen. ezber yok. çocuklar uzun uzun deney yapacaklar. fizik biyoloji kimya deneyleri. Sıvıların kaldırma kuvvetini, yerçekimi kuvvetini, kimyasal tepkimeler vs. gibi dünyanın ve yaşamın temel kanunları yasaları göstereceksin, fazla ayrıntıya girmek yok. herseyi deneyler ile göstereceksin, görsel olarak çocuk bunların mantığını kavrar ise ömrü billah unutmaz, ihtiyacı olan şeyleri her zaman bilmiş olur.

çocuklara bu dönemde matematikten bahsetmeye başlıyacaksın. ama önüne havuz işçi problemi koyarak değil. havuz benzeri bir deney aletinin başına koyarak. hız problemini yarış arabası oyuncaklarıyla yaptıracaksın. olasılığı zar attırarak, tavla oynatarak.. örnekler saçma absürd gibi geliyor ama bence bu çok normal. çünkü beyinlerimiz resmen sistemin kölesi. böyle bir eğitimi yazarken ben bile zor kabul ediyorum böyle bir dünyayı ama bunlar gayet olağan şeyler aslında.

sayısal derslerin tamamı labaratuar ortmalarında olacak. bunlar için üniversitelerin labaratuarları kullanılabilir mesela. illa labaratuar okulda olacak diye bir kaide yok.

Bu dönemde çocuğu bilgisayarla tanıştırıcan. belli bir mesai de çocuk bilgisayarı öğrenerek geçicek. tabii ki eğlenceli biçimde. çocuğu wordü exceli sıkıcı şekilde öğretmeyeceksin. şu çağda bilgisayar olmazsa olmazı insanların. çocuğa bilgisayar bilimi profesyonelce verilecek. Bu ikinci 3 sene bittiği zaman çocuk program vs geliştirebilecek yetilere sahip olacak. Bu ikinci dönemde tarih gezileri daha profesyonelce olacak. tarih anlatılarak…

dini eğitim diye birşey olmayacak. ahlaki eğitim olacak. ama osuruk kokulu sınıflarda değil. camilerde, kiliselerde, cem evlerinde, havralarda. tabi cami seçimi yapılırken kız kardeşine tecavüz eden imamların camileri seçilmeyecek. veya 9 yaşında kızın 50 küsür yaşında adamla evlenmesini caiz gören pedofililerin camileri olmayacak. Camilerde nasıl kuran kursu eğitimi veriliyorsa aynı şekilde ilkokul eğitimine uygun hale getirmek lazım ki bu ayrı mevzu.

coğrafya dersi adı üstünde coğrafya. ülke dışına geziler düzenlenecek. organizasyonlar yapılacak. ülkede olmayan coğrafi öğeler bizzat yerinde görülecek şekilde her öğrenci yurt dışında bir süre geçirecek, ve bunun masrafları devlet tarafından finanse edilecek.

kitap okuma bu ikinci dönemde dönemde aşılanacak ve her çocuk evde geçirdiği zamanın %60 ında kitap okumak zorunda bırakılacak. hikaye, roman, bilimsel yayın... en kolaydan yavaş yavaş zora doğru. bakın sınav hala yok. ama belli bir sayıda kitap okuyup bu okuduğunu kanıtlayamayan öğrenciye yıl tekrarı yaptırılabilir. çocuk için okul devam etme zorunluluğu olan bir hapishaneden çok bir tür eğlence merkezi olacak ve çocuk güle oynaya orada bulunacak.

yaz tatili diye 3 aylık bir zaman dilimi kepazeliği olmayacak. 20-25 gün tatil yeter. hadi 5 de benden olsun 1 ay tatil neye yetmezki. eğitim tüm yıla yayılacak.
sınav vs derdi zaten olmadığı için öğrenciye bu sürekli eğitim çok koymayacak. Çünkü okul zaten tatil havasında olacak. çocuğun ders çalışma zorunluluğu ezberleme zorunluluğu olmayacak zaten.

6yıl eğitimi bitirdik, üçüncü 3 yıllık ortaokul dönemine geçiyoruz.

üçüncü dönem (ortaokul dönemi) :

bolca yabancı dil eğitiminin verildiği bir 3 yıl olacak. ingilizce almanca.. kültürümüzü çok etkilediği için arapça ve farsça’da olabilir.devlet yine elini cebine atacak ve 3 aylık programlarla çocuklar yine yurt dışı gezilerine tabi tutulacak. hangi dilin eğitimi veriliyorsa onla ilgili ülkelere gönderilecek çocuklar. Çünkü şu anki sistemde 10 sene gördüğümüz İngilizceyle dahi bir yabancıyla basit bir konuşma yapabilecek düzeye ancak gelebiliyoruz, ama yurt dışında kalarak aynı seviyeye bir ayda gelebiliriz. 10 yıllık iş 1 ayda hallolmuş oldu. 3 aylık programda neler neler olmaz..


bu 3 yılda çocuklara profesyonel yetenek testlerinin bol bol yapıldığı bir dönem olacak. çocuk hangi konuda yetenekli? fen alanında mı? sosyal bilgiler alanında mı? yabancı dil alanında mı? hangi alanda yetenekliyse, çocuk da hangisine ilgi duyuyorsa o tarafa biraz daha ağırlık verilecek. ama bu yönelme süreci şimdiki gibi lise 1’den sonra eşit ağırlıkmı seçeyim sayısal mı sözel mi gibi aniden değil, yavaş yavaş olacak. hala sınav yok. sınıf geçme derdi yok. sadece çocuk hangi alana ilgi duyuyorsa o alanla ilgili şu şu sayıda kitap okuma zorunluluğu var.








dördüncü dönem: 

elimizde belli bir yere kanalize olmuş çocuk var.. herhangi bir alanda bir çok bilgi birikime de sahip ve isteklerini, ilgilerini, amaçlarını gezerek belirledi kendi kafasında zaten.

mesela fen bilimine ağırlığı var. bu adamı bundan sonra bir labaratuvar teknisyeni de yapabilirsin. tıp doktoru da yapabilirsin. sağlık memuru da. mühendiste.

çocuğun fenle alakası yok ama kalemi kuvvetli. bu adamı gazeteci de yapabilirsin. yazar da. matbaa çalışanı da. avukat da. hakim de.

çocuğun yabancı dile aşırı ilgisi var. çocuğu tercüman da yapabilirsin. turizm rehberi de. ingilizce öğretmeni de..

hala sınav yok. ama ne var. hangi alana yönelmişse o alanla ilgili daha özel olarak okumakla yükümlü olduğu kitaplar var. Bakın genelden yavaş yavaş özele gidiyoruz. mesela sözel bölümler diye tabir edilen bölümlerle ilgili bir alandaysa felsefeydi, tarihti, mantıktı, psikolojiydi.. ne varsa okutucan. genç bu dönemde okula değil kütüphaneye gidiyor gibi hissedecek. ama okuduğu şeyleri gerçekten okudu mu, okuduysa anladı mı, arkadaşlarına ve öğretmenine bunun hesabını verecek. bir tür interaktif eğitim. 




beşinci dönem: 

üniversite yolunda bir adım daha özelleşme dönemi. yani adam şimdinin tabiriyle sözel bölüme gidecek biriyse, bunun türkçe öğretmeni mi, hukuk mu, gazetecilik mi,.. olacağı hakkında ayrıma gidilen bir 3 yıl. belirleyici olan hem çocuğun yetenekleri, hem ilgi duyduğu alan. başıboş gezen rehber öğretmenlere burada çok ama çok ihtiyaç olacak. hani şu, çocuk sınıfta kavga çıkardığı zaman odasına gidilip ''evladım bu yaptığın beni çok üzdü aslındaaa'' vari söylemleri olan ve yattığı yerden para kazanan öğretmen güruhu. bu 3 yıllık dönem format olarak şimdinin meslek liselerine benziyor gibi olacak. 
her üniversitenin bir pre-üniversite alt birimi olacak. bu pre-üniversite birimleri çocuğu üniversitede okuyacağı bölümler grubuna adapte edecek mesleki eğitimi verecek. pre-üniversitelerin her biri kendi sınavını yapıyor olacak. iyi üniversite var kötü üniversite var. iyi olana girmek zor, kötü olana kolay olacak. üniversiteye giriş sınavı tamamen üniversitelere bırakılacak. her üniversitenin kendisinin yaptığı bir sınav. tabi pre-üniversite bölümünü okuma şartı olabilir. tabi burada torpilin anası ağlatılacaktır. kesin bu. torpil olayına sağlam hukuki cezalar getirilerek aşılabilir bi nebze.bunu düşünmek lazım.

üniversite eğitiminin nasıl olması gerektiğini henüz düşünmedim. ama düşünürsem şu yazdığım ilk eğitime benzer yönleri olan birşeyler çıkarabileceğimi düşünüyorum.

Sonuç olarak öğrenciler öğrenmek istedikleri bilgileri öğrenecek, işine yarayan bilgileri öğrenecek, fizikçiler mühendisler serveti fünun edebiyatının sanatçılarının özelliklerini öğrenmek yerine belki inşaat alanında betonarme üzerine çalışacak insanlar olacak. Yabancı dilde kendini geliştirip mütercim-tercümanlık yapmak isteyen biri kimyada lyman balmer serisi dalga boylarını hesaplamak zorunda kalmayacak.


uzun lafın kısası; herkes herşeyden yarım yamalak biliceğine tek bir alanda uzmanlaşıp işinin en iyisi olmaya çabalayacak. İşinde uzman kişi sayısı çoğalacak. Bu ve buna benzer sistemler, uzun vadede ülkenin gelişmesi ve kalkınmasında en büyük etken olmuştur. Çünkü ülkelerin gelişmişlik seviyesi eğitimiyle doğru orantılıdır. 


ilk yazımdı bu, bir sonrakinde görüşmek üzere