30 Temmuz 2015 Perşembe
bir gün 2 arkadaş birde yanımızda kuzenim oturuyoruz, bir gün para harcayalım dedik kızılay konur’a yakın bir mekanda oturmuş içiyoruz. yan masada kalabalık bir grup var kızlı erkekli, biz tabi sap sap oturduğumuzdan üçümüzün de gözleri kenara kayıyor. kızlar baya güzel, masanın bir çekiciliği var. kuzenim atladı, "ya arkadaş, şu halimize bak, bu ne biçim gençlik, şöyle bir ortam yok ya bir ona yanıyorum şu kızın yanında oturan adam olmak isterdim, kıskanıyorum onu."
bundan daha yalın bir şey olamaz herhalde, yani zengin bir masanın etrafında cıvıl cıvıl oturan insanlara bakan 3 sap oturuyoruz. doğal olarak kıskanıyoruz da, orada değiliz çünkü, genç bir insan için yüreğinde oturan en büyük ağrı, böyle uzak kalmaktır, hayatın ışıltısına dair her şeyin dışında kaldığını hissetmektir.
halbuki o masada oturanların kendi arasındaki iğrenç ilişkiyi, mıymıntılığı, samimiyetin altındaki maymunlukları o adamlar da kadınlar da görecek değil mi iki üç sene içinde. bizim fesat beyinlerimiz erisin diye değil, bu hayata güzel olan her şeyin kirlenmeye olan eğilimini anlayamamaktır bu. sahip olduğun samimi dostluğun içinde bulunduğu saplık ve yokluğun, o masaya yeğ olduğunu anlattım ben de, biliyorum çünkü, o masa kalktıktan sonra herkesin vızır vızır birbiriyle mesajlaşıp girişecekleri maymunlukları biliyorum ki benim okul hayatı içinde bu şebekliği hor görmemin tek sebebi buydu. o sofra halil ibrahim sofrası gibi kimsenin yediği lokmanın ve ettiği lafın kimseye batmadığı bir yer değil, aksine yutulamayan lokmaların ve dile getirilemeyen kıskançlıkların gerginliği altında iki üç kızın güzelliğinin örttüğü bir bok yuvası. geçen vaktin ardında ne o hırs biter, ne de kırgınlıklar, o yüzden kafanın sakin olduğu yer senin yegane yuvandır. 90 dakikalık maçın 30. dakikasında moral bozmaya gerek yok.
üniversitede ne fark edeceğim bilmiyorum ama ben mutsuz olacağını kabullenen bir insanım zaten, bunu anlamam uzun sürmedi. durmadan yalan söyleyen, çıkarcı, yavşak insanlar olunca çevrenizde, böyle düşünmeye başlıyorsunuz. bir de çok düşünüyorsanız, kimse mutlu olamaz gibi geliyor, asıl mutlu olduklarını zannettiklerimiz de mutlu olamaz gibi geliyor. çünkü herkesin mutlu olmak için (aslında egolarını tatmin etmek için) hırs yaptığı, kimsenin kimseyi tanımadığı, hiç beklemediğiniz yerden kazık yiyebileceğiniz, acımasız bir dünyada kimse kendini gerçek anlamda mutlu hissedemez. yalnız kalmayı denersiniz, gene mutsuz olursunuz. çevre edinirsiniz, gene mutsuz olursunuz.insanlar hırslarından öfkelerinden vazgeçmediği sürece her şey böyle olacak,
her şey çıkarlarımızla ilgili olmuş. birine aşık olduğumuzda bile asıl hoşlandığımız şeyin aşık olduğumuz kişinin bizde yarattığı his olduğunu kavramalıyız bence. en basitinden bir iyilik yaptığımızda duyduğumuz tatmin, 'ne kadar da iyi insanım ben' hissi. her şeyin aslında tamamen kendimizle alakalı olduğu, ne kadar bencilmişiz. insanlık tarihinin başlangıcından beri bu böyle. insanı insan yapan "değerler", kıskançlıklar kinler vs. hayata hiç olumlu bakamıyorum. üniversiteye de öyle. umarım hepimizin karşısına samimi insanlar çıkar. ama önce biz samimi olalım.
11 Temmuz 2015 Cumartesi
tercih dönemini geçtiğimiz şu günlerde üniversitede aileden ayrı yaşama konuları türemiş durumda şu an her yerde. hayat burada sürekli genelleme yapan insanlarin sunduğu gibi toz pembe degil. o kadar basit olsa nasil devam ederdi acaba gercekten merak ediyorum. buradaki şekilci, bol keseden sallayan insanlarin dediği gibi olsa her şey...halbuki öyle olmuyor.
çoğu zaman bu şekilcilerin anlayamacağı şekilde insanlar bazı şeylere mecbur kaliyor, ellerinden başka bir şey gelmiyor. sana bedavacı denilirken yaninda yaşadığın ailene hem okuyup hem de bakmak zorunda kalabiliyorsun mesela. var böyle insanlar. buyumeden hastaliklarla uğraşır bulabiliyorsun kendini, ya da birilerini kaybettigin icin geride kalan yıkılmış kisiyi toparlamak sana düşüyor, tek basina ne kalabiliyorsun ne birakabiliyorsun. en yakinlarin düşman olabiliyor, düşman olunani terk edemiyorsun. boyle arkadaslarim var.
yemek yapmaktan, don yikamaktan bahsediliyor. hayati ogrenmek; makarnadan baska yemek yapmayi becerince olabilen bir sey degil, öyle olsaydi keske. don yikayarak hayatin gercekleri görülebilseydi. ya da kıçını kaldirip markete gittin diye zorluklari goguslemis olsaydin. eve kiz arkadas getirmekle, icip sicmakla buyumus olsaydin. kolay olurdu gercekten, bu kadar aci olmazdi.
kendi ayaklarının üzerinde durmayı, kendi kendine yetebilmeyi öğrenmek için aileden ayrı bir şehirde okumak bir gereklilik ya da şart değil. zaten okul süresi boyunca masrafları aileleri tarafından ve burslar ile karşılanmaktayken, bu nasıl kendi ayakları üzerinden durmak? ailesinden sevdiği birini kaybetti diye geri kalan kişinin yanında mecburen kalmak zorunda hisseden insanlar var oldukları sürece bu konulari hic tartismamaliyiz bence.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)