bu kitabı okumadan herhangi bir insanı anladığınızı düşünmek nerden baksan komik. kendimizi de!
kitaptan altını çizdiğim bölümleri buraya yazma ihtiyacı hissettim, belki ara sıra açar okur tazelerim diye:
''Ben kötü bir insan değilim. Ne aksi bir adamım , ne de uysal biriyim. Ne alçağın biriyim , ne de namuslu , ne onurlu biriyim , ne bir kahramanım , ne de bir korkak. Ben hiçbir şey olamadım. Şimdi köşeme çekilmişim. Öte yandan , akıllı insanların bir baltaya sap olamayacaklarını , yaşamda başarılı olanlarınsa aptallar olduğunu düşünerek yararsız bir şekilde avunuyorum.''
''Herhangi bir nedenle şu doğa yasalarından biri örneğin iki kere ikinin dört ettiği benim hoşuma gitmiyorsa kime ne ? Bana ne doğa yasalarından , matematikten. Kuşkusuz ki duvar duvardır. Ama böyle bir duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa boşu boşuna da yırtınacak değilim. Ama doğrusu karşımda bir taş duvar var diye , tümüyle de boyun eğmeye razı olamam.''
''..bana göre insanı en uygun ifadeyle iki ayaklı nankör bir yaratıktır diye tanımlamak gerekir.''
''Oysa amaç iki kere iki dörttür gibi bir formülden başa bir şey değildir , ama iki iki dört ise yaşam değildir baylar , ancak ölümün başlangıcıdır. İnsan bu iki kere ikiden sürekli olarak ürkmüştür , ben hala korkuyorum bundan. Evet , insan ömrünü iki kere ikinin peşinde geçirir , bu uğurda denizler aşar , yaşamını harcar , ama aradığını gerçekten eline geçirmekten inanın korkar. Çünkü onu bulur bulmaz , artık arayacak başka bir şeyinin kalmayacağını bilir.''
''Belkide insan yalnızca refahtan değil , acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor. Hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğunu bile düşünülebilir. İnsanın yeri geldiğinde acıyı , tutkuya varan derecede sevdiği gerçektir.''
''Acı , kuşku demektir , yadsıma demektir.İçimizde kuşku uyandıran bir camdan sarayı düşlemeyiz bile. Bununla birlikte , insan gerçek acıyı tatmak istediğinden , çevresinde bir kargaşa yaratmak , yok etmek , dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz. Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi ?''
''Ciddi ciddi konuştuğumuz halde bana önem ve değer vermek istemiyorsanız , sizin bileceğiniz iş tabii , varsın öyle olsun , size yalvarak değilim. Benim de bir yeraltım var ve bu da bana yeter.''
''ömrü boyunca lafitte şarabından anlamasıyla övünüp duran bir adamı tanırdım. bunu eşsiz bir erdem sayıyor, kendi hakkında hiç bir şüphe duymamış, zafer kazanmışların o engin saadetini de tatmıştı ve bundan yerden göğe kadar haklıydı."
" öte yandan, can sıkıntısından neler neler icat etmezsiniz! altın iğnelerde can sıkıntısından batırılır zaten, ama hepsi bu kadarla da kalmaz. işin kötüsü(gene ben söylüyorum) bakarsın bizde de altın iğnelerin batırılmasından zevk alacaklar bile çıkar. çünkü insanoğlu ahmak bir yaratıktır, son derece ahmak! daha doğrusu ahmak değil de nanködür; eşine rastlanamayacak kadar nankördür."
" kim olursa olsun, insan daima, her yerde akılla çıkarın buyurduğu gibi değil, canının istediği gibi hareket etmeyi sever; arzularımızın çıkarlarımıza tamamıyla ters düşmesi de mümküni hatta bazen zorunludur."
''ölü doğmuş insanlarız biz ve uzun zamandır canlı babaların çocukları değiliz , giderek daha çok hoşlanıyoruz böyle doğmuş olmaktan . zevk duyuyoruz bundan . çok yakın bir gelecekte bir şekilde düşüncelerden doğmanın yolunu bulacağız ''
"...gerçekte ne istiyorum biliyor musunuz? hepiniz cehennemin dibine gidin, işte onu ! huzur istiyorum.bütün dünyayı şu saniye, tek kuruşa satarım, sırf rahatsız edilmemek için.dünya cehennemin dibine batacak mı, yoksa çayımı içemeyecek miyim? batarsa batsın derim, ben çayımı içeyim de."
"aslında hepimiz mutluyuz, farkına varabilsek."
"sevgi ile kin kalpte uzun süre barınamaz."
"ben hasta bir adamım... gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben. sanıyorum, karaciğerimden hastayım. doğrusunu isterseniz, ne hastalığımdan anladığım var, ne de neremin ağrıdığını tam olarak biliyorum."
"orada leş gibi kokan iğrenç yeraltında, alaya alınarak güçlendirilmiş sıçancık yavaş yavaş kine; soğuk, zehirli, özenle sonu gelmez bir kine boğulur. kinini kırk yıl en ince, en utanç verici ayrıntılarına dek anımsayacak; her anımsayışta kendinden daha bir yüz kızartıcı şeyler ekleyerek, bu uydurmalarıyla kendini yiyip bitirecektir. bir yandan kuruntularından utanır; bir yandan da olanları anımsamaktan, yeni baştan kurcalamaktan, "olabilirdi" düşüncesiyle başka başka uydurmalar eklemekten kendini alamaz. bağışlamak nedir bilmez. belki öç almaya bile kalkışır, ama beceriksizce, miskin miskin, uzaktan uzağa, sinsice, ne öç almak hakkına, ne de başarısına inanmadan yapar bunu; öbür yandan öç almak istediği kimseden yüz kat fazla üzüleceğini, ötekinin kılının bile kıpırdamayacağını ta başta bilir. ölüm döşeğinde bunları bir kez daha, bunca zaman birikmiş faizleriyle birlikte anımsayacak ve...bakın işte, bu soğuk, iğrenç yarı umutsuzlukla, yarı inançla, kahrından kendini bilinçli olarak yer altına kırk yıl diri diri gömmede; zorlamayla yaratılmış durumunun yine de kısmen içinden çıkılabilir olmasında; bütün o içe işleyen doyurulmamış isteklerinin özünde; kesin olarak verilen kararla bunun peşinden gelen pişmanlıklar çalkantısında yatmaktadır o garip acı hazzının özü."
"nasıl yaşadığıma gelince, sizin kendi yaşamınızda yarıda bıraktığınız şeyleri ben sonuna kadar götürdüm. üstelik sizler ödlekliğinizi ölçülü davranış sayarak kendi kendinizi aldatıp avunuyorsunuz. bu duruma göre, ben sizden daha canlı bir insan olmuyor muyum?
şöyle bir daha, dikkatlice düşünün! biz bugün "canlılık" denen şeyin nerede bulunduğunu, neyin nesi olduğunu, hangi adla çağrıldığını bile bilmiyoruz. elimizden kitaplarımızı alsalar, bir anda neye uğradığımızı şaşırırız. artık hangi yolu seçeceğimizi, kime tutunup kimden kaçacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neyi sayıp neyi hor göreceğimizi bilemeyiz. insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. "soyut insan" diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. neredeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız."
"geçmişe baktığım vakit, boşa harcadığım tüm anları, yaşam hakkındaki bilgisizliğim yüzünden yanılmalarla, yanılgılarla, önemsiz işlerle yitirdiğim tüm anları düşündükçe bir kan damlası yüreğimi kaplıyor. en iyiye ulaşmak için değiştireceğim kendimi. tüm umudum bundadır."
''siz insanların çıkarlarının yalnızca doğal, olumlu konularla ilgili bulunduğunu, yani refahın insan çıkarlarıyla ilgili olduğunu niçin bu kadar kesinlikle düşünüyorsunuz? insan aklının çıkarlarla ilgili konularda aldandığı olmuyor mu hiç? belki de insan yalnızca refahtan değil, acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor. hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğu bile düşünülebilir. insanın yeri geldiğinde acıyı, tutkuya varan derecede sevdiği bir gerçektir. bunu anlamak için insanlık tarihine bakmaya gerek yok, yaşamın ne olduğunu bilen bir insansanız kendi kendinize sorun yeter. benim kişisel düşünceme göre, yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır.''
"iyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü bir tadı olabiliyor. bu açıdan, ben ne yalnız başına refahı, ne de yalnız başına acıyı yeğlerim. ben kişisel kaprisimden, onu istediğim anda tatmin edebilme olanağımın olmasından yanayım. komedilerde acının yerinin olmadığını biliyorum. acı, camdan saraylara ise tümüyle yabancıdır. acı, kuşku demektir, yadsıma demektir. içimizde kuşku uyandıran bir camdan sarayı düşünemeyiz bile. bununla birlikte insan gerçek acıyı tatmak istediğinden, çevresinde bir kargaşa yaratmak, yok etmek, dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz. bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?"
"ne ben herhangi birine benziyordum, ne de herhangi biri bana benziyordu. ben tek başımaydım, onlarsa hep birlikteler diye derin düşüncelere dalıyordum."
"bizler arzu edilenden ziyade arzu etmeye aşığızdır."
"şu her şeyi büyütmek adetim yok mu, sakat tarafım bu işte."
“yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. gerçek, tam bir hastalıktır.”
“kendimi suçlarken acılarım alçakçasına zayıflamaya başlar, sonra da hazza dönüşürdü. evet, yanlış anlamadınız, bildiğiniz şu haz! başkalarının da aynı hazzı duyup duymadıklarını öğrenmek için bu konuyu açtım. konuyu biraz daha derinleştireyim. küçüldüğünüzü ve bu yolda en aşırı dereceye varmış olduğunuzu fark etmekten doğar bu haz. durumunuzun umarsızlığını, başka bir adam olamayacağınızı, değişmek için zamanınız, inancınız bulunsa bile değişmeyi kendinizin de istemeyeceğini anlamanın tadına doyum olur mu? hem değişmek isteseniz ne olurdunuz ki, belki sizin için aslında başka yol yoktu! derin anlayış yasalarına göre şu sonuca varabiliriz: aşağılık bir herif ciğerinin beş para etmediğini kavramakla kendisine bir avunma payı çıkarır gibidir.”
"etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız."
"her zaman sağlam kalacak olan, yani gizliden de olsa dilinizi cikaramayacaginiz, nanik yapamayacağınız sırça köşklere inanıyorsunuz siz. oysa ben, belki de kristal oldukları, hiçbir zaman yıkılmayacakları ve onlara gizliden de olsa dilimi cikaramayacagim için korkuyorum onlardan."
'şunu bütün ciddiyetimle belirteyim, pek çok kez bir böcek olmayı istemişimdir. ne yazık ki, buna bile erişemedim. baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık.'
''akıl-rasyonalite insanı bir yere kadar özgürleştirebilir. çünkü akıl-rasyonalite insanın yapabileceklerine mutlak bir sınır çizer, insanı kısıtlar. rasyonel olmayan şeyi yapamayız. ancak insan duygularını da kullanarak aklın koymuş olduğu sınırların ötesine geçebiliyor.''