27 Aralık 2014 Cumartesi

paylaşmadığımız dertlerimiz

''tüm kişisel olaylarımıza birer sır gözüyle bakmalı ve iyi tanıdığımız olan kişilere, gözleriyle gördüklerinin dışında tümüyle yabancı kalmalıyız. çünkü en masum şeyleri bilmeleri bile, zamana ve koşullara bağlı olarak bize zarar verebilir. genel olarak; zekamızı söylediğimiz şeylerle değil, üzerinde sustuğumuz şeylerle ortaya koymamız daha iyidir. birincisi kibir, ikincisi ise akıllılıktır. her ikisi için de sık sık fırsatlar çıkabilir. ama ikincisi sürekli bir yarar getirirken, biz çoğu kez birincisinin sağladığı geçici doyumu tercih ederiz.''

 arthur schopenhauer

15 Kasım 2014 Cumartesi

Yeraltından Notlar - Dostoyevski







zapiski is podpolya, dostoyevski'nin salt aforizmalarını içeren, hepsini birden bir bütün halinde kustuğu ve öykücülüğe yer vermediği başyapıtlarından biri, başucu eserim. zaten aforizmaları hikaye içine yedireyim deyince de 'suç ve ceza' oluyor, 'karamazov kardeşler' oluyor..

bu kitabı okumadan herhangi bir insanı anladığınızı düşünmek nerden baksan komik. kendimizi de!

kitaptan altını çizdiğim bölümleri buraya yazma ihtiyacı hissettim, belki ara sıra açar okur tazelerim diye:

''Ben kötü bir insan değilim. Ne aksi bir adamım , ne de uysal biriyim. Ne alçağın biriyim , ne de namuslu , ne onurlu biriyim , ne bir kahramanım , ne de bir korkak. Ben hiçbir şey olamadım. Şimdi köşeme çekilmişim. Öte yandan , akıllı insanların bir baltaya sap olamayacaklarını , yaşamda başarılı olanlarınsa aptallar olduğunu düşünerek yararsız bir şekilde avunuyorum.''

''Herhangi bir nedenle şu doğa yasalarından biri örneğin iki kere ikinin dört ettiği benim hoşuma gitmiyorsa kime ne ? Bana ne doğa yasalarından , matematikten. Kuşkusuz ki duvar duvardır. Ama böyle bir duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa boşu boşuna da yırtınacak değilim. Ama doğrusu karşımda bir taş duvar var diye , tümüyle de boyun eğmeye razı olamam.''

''..bana göre insanı en uygun ifadeyle iki ayaklı nankör bir yaratıktır diye tanımlamak gerekir.''

''Oysa amaç iki kere iki dörttür gibi bir formülden başa bir şey değildir , ama iki iki dört ise yaşam değildir baylar , ancak ölümün başlangıcıdır. İnsan bu iki kere ikiden sürekli olarak ürkmüştür , ben hala korkuyorum bundan. Evet , insan ömrünü iki kere ikinin peşinde geçirir , bu uğurda denizler aşar , yaşamını harcar , ama aradığını gerçekten eline geçirmekten inanın korkar. Çünkü onu bulur bulmaz , artık arayacak başka bir  şeyinin kalmayacağını bilir.''

''Belkide insan yalnızca refahtan değil , acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor. Hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğunu bile düşünülebilir. İnsanın yeri geldiğinde acıyı , tutkuya varan derecede sevdiği gerçektir.''

''Acı , kuşku demektir , yadsıma demektir.İçimizde kuşku uyandıran bir camdan sarayı düşlemeyiz bile. Bununla birlikte , insan gerçek acıyı tatmak istediğinden , çevresinde bir kargaşa yaratmak , yok etmek , dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz. Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi ?''

''Ciddi ciddi konuştuğumuz halde bana önem ve değer vermek istemiyorsanız , sizin bileceğiniz iş tabii , varsın öyle olsun , size yalvarak değilim. Benim de bir yeraltım var ve bu da bana yeter.''

''ömrü boyunca lafitte şarabından anlamasıyla övünüp duran bir adamı tanırdım. bunu eşsiz bir erdem sayıyor, kendi hakkında hiç bir şüphe duymamış, zafer kazanmışların o engin saadetini de tatmıştı ve bundan yerden göğe kadar haklıydı."

" öte yandan, can sıkıntısından neler neler icat etmezsiniz! altın iğnelerde can sıkıntısından batırılır zaten, ama hepsi bu kadarla da kalmaz. işin kötüsü(gene ben söylüyorum) bakarsın bizde de altın iğnelerin batırılmasından zevk alacaklar bile çıkar. çünkü insanoğlu ahmak bir yaratıktır, son derece ahmak! daha doğrusu ahmak değil de nanködür; eşine rastlanamayacak kadar nankördür."

" kim olursa olsun, insan daima, her yerde akılla çıkarın buyurduğu gibi değil, canının istediği gibi hareket etmeyi sever; arzularımızın çıkarlarımıza tamamıyla ters düşmesi de mümküni hatta bazen zorunludur."

''ölü doğmuş insanlarız biz ve uzun zamandır canlı babaların çocukları değiliz , giderek daha çok hoşlanıyoruz böyle doğmuş olmaktan . zevk duyuyoruz bundan . çok yakın bir gelecekte bir şekilde düşüncelerden doğmanın yolunu bulacağız ''

"...gerçekte ne istiyorum biliyor musunuz? hepiniz cehennemin dibine gidin, işte onu ! huzur istiyorum.bütün dünyayı şu saniye, tek kuruşa satarım, sırf rahatsız edilmemek için.dünya cehennemin dibine batacak mı, yoksa çayımı içemeyecek miyim? batarsa batsın derim, ben çayımı içeyim de."

"aslında hepimiz mutluyuz, farkına varabilsek."

"sevgi ile kin kalpte uzun süre barınamaz."

"ben hasta bir adamım... gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben. sanıyorum, karaciğerimden hastayım. doğrusunu isterseniz, ne hastalığımdan anladığım var, ne de neremin ağrıdığını tam olarak biliyorum."

"orada leş gibi kokan iğrenç yeraltında, alaya alınarak güçlendirilmiş sıçancık yavaş yavaş kine; soğuk, zehirli, özenle sonu gelmez bir kine boğulur. kinini kırk yıl en ince, en utanç verici ayrıntılarına dek anımsayacak; her anımsayışta kendinden daha bir yüz kızartıcı şeyler ekleyerek, bu uydurmalarıyla kendini yiyip bitirecektir. bir yandan kuruntularından utanır; bir yandan da olanları anımsamaktan, yeni baştan kurcalamaktan, "olabilirdi" düşüncesiyle başka başka uydurmalar eklemekten kendini alamaz. bağışlamak nedir bilmez. belki öç almaya bile kalkışır, ama beceriksizce, miskin miskin, uzaktan uzağa, sinsice, ne öç almak hakkına, ne de başarısına inanmadan yapar bunu; öbür yandan öç almak istediği kimseden yüz kat fazla üzüleceğini, ötekinin kılının bile kıpırdamayacağını ta başta bilir. ölüm döşeğinde bunları bir kez daha, bunca zaman birikmiş faizleriyle birlikte anımsayacak ve...bakın işte, bu soğuk, iğrenç yarı umutsuzlukla, yarı inançla, kahrından kendini bilinçli olarak yer altına kırk yıl diri diri gömmede; zorlamayla yaratılmış durumunun yine de kısmen içinden çıkılabilir olmasında; bütün o içe işleyen doyurulmamış isteklerinin özünde; kesin olarak verilen kararla bunun peşinden gelen pişmanlıklar çalkantısında yatmaktadır o garip acı hazzının özü."

"nasıl yaşadığıma gelince, sizin kendi yaşamınızda yarıda bıraktığınız şeyleri ben sonuna kadar götürdüm. üstelik sizler ödlekliğinizi ölçülü davranış sayarak kendi kendinizi aldatıp avunuyorsunuz. bu duruma göre, ben sizden daha canlı bir insan olmuyor muyum?
şöyle bir daha, dikkatlice düşünün! biz bugün "canlılık" denen şeyin nerede bulunduğunu, neyin nesi olduğunu, hangi adla çağrıldığını bile bilmiyoruz. elimizden kitaplarımızı alsalar, bir anda neye uğradığımızı şaşırırız. artık hangi yolu seçeceğimizi, kime tutunup kimden kaçacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neyi sayıp neyi hor göreceğimizi bilemeyiz. insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. "soyut insan" diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. neredeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız."

"geçmişe baktığım vakit, boşa harcadığım tüm anları, yaşam hakkındaki bilgisizliğim yüzünden yanılmalarla, yanılgılarla, önemsiz işlerle yitirdiğim tüm anları düşündükçe bir kan damlası yüreğimi kaplıyor. en iyiye ulaşmak için değiştireceğim kendimi. tüm umudum bundadır."

''siz insanların çıkarlarının yalnızca doğal, olumlu konularla ilgili bulunduğunu, yani refahın insan çıkarlarıyla ilgili olduğunu niçin bu kadar kesinlikle düşünüyorsunuz? insan aklının çıkarlarla ilgili konularda aldandığı olmuyor mu hiç? belki de insan yalnızca refahtan değil, acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor. hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğu bile düşünülebilir. insanın yeri geldiğinde acıyı, tutkuya varan derecede sevdiği bir gerçektir. bunu anlamak için insanlık tarihine bakmaya gerek yok, yaşamın ne olduğunu bilen bir insansanız kendi kendinize sorun yeter. benim kişisel düşünceme göre, yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır.''

"iyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü bir tadı olabiliyor. bu açıdan, ben ne yalnız başına refahı, ne de yalnız başına acıyı yeğlerim. ben kişisel kaprisimden, onu istediğim anda tatmin edebilme olanağımın olmasından yanayım. komedilerde acının yerinin olmadığını biliyorum. acı, camdan saraylara ise tümüyle yabancıdır. acı, kuşku demektir, yadsıma demektir. içimizde kuşku uyandıran bir camdan sarayı düşünemeyiz bile. bununla birlikte insan gerçek acıyı tatmak istediğinden, çevresinde bir kargaşa yaratmak, yok etmek, dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz. bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?"

"ne ben herhangi birine benziyordum, ne de herhangi biri bana benziyordu. ben tek başımaydım, onlarsa hep birlikteler diye derin düşüncelere dalıyordum."

"bizler arzu edilenden ziyade arzu etmeye aşığızdır."

"şu her şeyi büyütmek adetim yok mu, sakat tarafım bu işte."

“yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. gerçek, tam bir hastalıktır.”

“kendimi suçlarken acılarım alçakçasına zayıflamaya başlar, sonra da hazza dönüşürdü. evet, yanlış anlamadınız, bildiğiniz şu haz! başkalarının da aynı hazzı duyup duymadıklarını öğrenmek için bu konuyu açtım. konuyu biraz daha derinleştireyim. küçüldüğünüzü ve bu yolda en aşırı dereceye varmış olduğunuzu fark etmekten doğar bu haz. durumunuzun umarsızlığını, başka bir adam olamayacağınızı, değişmek için zamanınız, inancınız bulunsa bile değişmeyi kendinizin de istemeyeceğini anlamanın tadına doyum olur mu? hem değişmek isteseniz ne olurdunuz ki, belki sizin için aslında başka yol yoktu! derin anlayış yasalarına göre şu sonuca varabiliriz: aşağılık bir herif ciğerinin beş para etmediğini kavramakla kendisine bir avunma payı çıkarır gibidir.”

"etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız."

"her zaman sağlam kalacak olan, yani gizliden de olsa dilinizi cikaramayacaginiz, nanik yapamayacağınız sırça köşklere inanıyorsunuz siz. oysa ben, belki de kristal oldukları, hiçbir zaman yıkılmayacakları ve onlara gizliden de olsa dilimi cikaramayacagim için korkuyorum onlardan."

'şunu bütün ciddiyetimle belirteyim, pek çok kez bir böcek olmayı istemişimdir. ne yazık ki, buna bile erişemedim. baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık.'

''akıl-rasyonalite insanı bir yere kadar özgürleştirebilir. çünkü akıl-rasyonalite insanın yapabileceklerine mutlak bir sınır çizer, insanı kısıtlar. rasyonel olmayan şeyi yapamayız. ancak insan duygularını da kullanarak aklın koymuş olduğu sınırların ötesine geçebiliyor.''



7 Haziran 2014 Cumartesi

.




‘’İşçi gerekirse 18 saat çalışacak’’
bir taner yıldız beyanı..

arkadaş ben vallaha billaha hak hukuk aramaktan bu konuda haklının yanında olmaktan vazgeçtim. şöyle bir husus vardır vaktinde çok güzel dile getirilmişti: bir haksızlığı savunmak illaki o haksızlığın mağduru olmayı gerektirmez. çok doğru bir laf. haksızlığa karşı olmak insani bir reflekstir çünkü vicdanı olan kendi mağdur olmasa bile haksızlık karşısında ezilen tarafın yanında olur. başka bir gün sen haksızlığa uğradığında da yanında konuyla alakasız, senin için mücadele eden vicdanlı insanları görürsün. 

bu bakış açısını ilgili mevzuya entegre edersek bir çarpıklık çıkıyor karşımıza. burada olayın mağduru olan ezilen ve senin yanlarında yer aldığın insanlar ezildiğinin farkında olmak bununla mücadele etmek bir yana seni küçümseyen senden nefret eden insanlar. 

öğrenci halinle polisten gazı jopu sen yersin ağzın burnun dağılır, işçi dediğin adam yaw komünikler eylem yapıyor başkaldırıyor sikecen bu anarşistleri der. öğrenciler mahallemizde ahlaksızlık yapıyor der. cahildir dersin onlara da gerçeği bir şekilde anlatmak lazım dersin. ancak sen sosyal medyada sağda solda bu gerçekleri anlatmak için kıçını yırtarken onlar akp mitinginde bayrak sallar. olsun dersin onlar da bizim insanımız bir gün aslında kendilerinin ezildiğini anlayacaklar dersin ama yok nafile. kızlı erkekli ahlaksız da sen olursun. entellektüel gevezelik yapan da sen olursun. baş kaldıran terörist şerefsiz de sen olursun.

akp'nin tabanı da neredeyse bu işçiler işte. bugünümüze şükür yaleppim diyerek şükreder, dinimize sahip çıkıyorlar diye de oyunu verirler. çalışmaktan ziyade modern kölelik haline gelmiş bu uygulama bu adamların zoruna gitmiyorsa benim hiç gitmiyor anasını satayım


'ayakkabılarımı çıkartayım mı sedye kirlenmesin' evet işte bu söz. tüm türkiye'nin yüreğini dağlayan bu söz var ya, işte bam teli burası. o garibim o güzel insan değersiz olduğunu bu kadar içselleştirmiş adeta bir köle olduğunu bu kadar kabullendiğini böyle dışavururken sen onlar için hayatını kazanımlarını riske atarak canla başla mücadele ediyorsun. peki sonra ne oluyor. onlar tekrar allah başbakanımızdan razı olsun diyor. kimi ise ezildiğini sömürüldüğünü anlamak için ancak ölümü tadmayı bekleyecek. 

1 Haziran 2014 Pazar

öğrencilik ve yemek yapmak




yemek yapmak ''ben beceremem ya'' denilecek kadar komplike bir olay değil. bunu gerçekten deneyip de başaramayanın zekasından şüphe ederim. kendisini bir kadından her daim daha akıllı gören hemcinslerimin iş yemek yapmaya gelince gerizekalıya bağlaması çok komik. bir soğan ya da domates doğramak ne kadar zor olabilir? kabuğunu soy, tahtaya koy, ufak ufakparçalara böl. ''pembeleşinceye kadar ne demek lan asfdhajsfha'' falan filan diyorlar bide... arkadaşlar niye hayatınızda hiç çiğ soğan görmemiş gibi davranıyorsunuz? rengi beyaz. ateşin üzerinde durdukça rengi koyulaşıyor, bu kadar basit. einstein olmak gerekmiyor ki bunun için.

önüne bir kova koysak, tuz atsak, eline de bi kaşık versek, şunu bi karıştır bakalım desek, ay ben hiç yapamam beceremem mi diyeceksiniz? tenceredeki şeyleri karıştırmak bundan zor değil. kaldı ki internet çağındayız, bin tane yemek tarifi veren site var. satır satır herşeyi ayrıntısıyla yazmışlar. iki domates, üç soğan, bir kaşık salça bilmem ne. okumanız mı yok yoksa okuduğunuzu anlamak mı zor? e videolar da var? izle öğren kardeşim. bi havalar bi tripler, sanki evde asrın buluşunu yapacak da izin vermiyorlar gibi bir kaf dağından bakmalar... ama daha iş saçma sapan bir taze fasulye yemeği yapmaya gelince topuk. hangi malzemeden ne kadar, nasıl ve ne zaman kullanacağın yazıyor, neresini anlayamıyorsun hayret ya. ''bir su bardağı su ekleyin'' mesela, harbiden de çok anlaşılmaz bir cümle değil mi?

seneye üniversiyeye baslayacaz, essek kadar adam olduk, hayatinizin bundan sonraki kisminda yemekleri annemiz yapmayacak. yemek yapmak gercekten cok kolay ve bunu hepimiz öğrenmeliyiz.


14 Mayıs 2014 Çarşamba

-Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin





devletinin bir kömür tozu kadar değer vermediği işçinin, canı henüz kurtulduğu anda devletinin ambulansına zarar gelmesin diye canıyla uğraşırken sorduğu soru.
nasıl ağır bir şeydir bu. orada canların yitmesine rağmen kendini aklamaya çalışan bakanların açıklamaları arasında insana insanlığı hatırlatır.

bu adamın yaptığı kelimelerle değil göz yaşlarıyla anlatılıp anlaşılabilir ancak. 
affet bizi abi biz senin kadar temiz olamadık, 
affet sizi bu hale düşürenlerden hesap soramıyoruz, en azından susmasını beklediklerimiz dalga geçer gibi olur öyle dediklerinde bir şey yapamıyoruz. 
affet abi bizi, biz anlaşılan onursuz insanlarmışız.

madenciye, kendini sedyeden değersiz olduğunu hissettiren bu düzen kahrolsun...

19 Mart 2014 Çarşamba

bilgisayar oyunları ve faydaları


bilgisayar oyunu oynayanları ezik diye yaltaflamaya çalışanları gördükçe bi gülme geliyor. çoğu oyun, filmlerden dizilerden kitaplardan daha iyi senaryoya sahipken böyle saçma argumanlar çıkmasına anlam veremiyorum. varsan baksan adam elinde iphone candy crush oynuyordur sonra kelli felli bioshock oynayan adama ezik diyordur.

ha o eziklerden bazıları örneğin pro gamer 500 bin dolar civarı kazandığını da söyleyeyim.

bu hanzolara göre bir insan boş zamanlarında sürekli bi arkadaş grubu ile beraber sağda solda sürtmelidir. onların sosyallik anlayışı sikindirik 3. sınıf barlarda ve cafelerde kız/erkek peşinde koşturmaktır. bunu yapmayan her genç onlara göre asosyaldir ve bilgisayar oyunu bağımlısıdır.

sorsam hayatında 2 hafta bile spor yapmamışsındır. herhangi bir enstrüman çalmayı bilmediğine de eminim, sen neye yarıyorsun peki diye sormazlar mı adama? boş zamanlarında samanyolu galaksisinin gizemlerini çözüp insanlığın gelişimine katkıda bulunuyor sanarsınız söylediklerini duyunca.

hayatının %90lık bir kısmını sigara içme, karı kız peşinde koşma ve vasat mekanlarda vakit öldürmeyle geçirip kendini sosyal zanneden ve "olması gerekenin" kendi yaşadığı hayat gibi olduğunu düşünen hanzoları bir kenara bırakıp bilgisayar oyunlarının faydalarından bahsedelim biraz.






bu oyunlar sıfır ingilizce bilen adama ingilizce öğreten ilk yerdir.

11 yaşında championship manager oynamaya başlayan çocuğa ingilizce öğretir.
bu çocuk birçok kelimeye aşina olmuştur. accept, offer, reject, acceleration, decision, composure... say say bitmez.
still life oynayarak argo ingilizcenizi bile geliştirmeniz mümkün.


mmorpg oyunları yurt dışına açılmayı, farklı kültürler öğrenmeyi, sosyalleşmeyi, arkadaşlıklar kurmayı ve hatta kimileri için hayatının geri kalanını geçireceğin insanı bulmayı sağlayan bir kapıdır aynı zamanda.

mmorpg oyunları ayrıca belli bir düzeye kadar psikolojik anlamda da yardımcıdır. örneğin özgüven problemi olan insanların bu oyunlardaki başarılarıyla gerçek hayatta da kısmen de olsa özgüven kazanıp, daha önce başaramamaktan korktukları şeylerin üzerine gitmeye başladıkları görülmüştür.
adam dışarı çıktığında yol soramaz haldeyken, bu oyunlarda tanıştığı insanlarla senden benden daha taşak muhabbetlere giriyor. yeni dostlukları oluyor.


bir de eğlenerek öğrenme diye bir şey var ki geleneksel öğrenmeden çok daha faydalı

bu oyunlar kişinin özellikle tarihe ve mitolojiye ilgi duymasını sağlar, genel kültürünü geliştirir. oyunlarda tarih aynen yansıtılmasa bile, assassin's creed gibi oyunlara bakıldığı zaman bu daha net anlaşılmaktadır.




icewind dale 2 sayesinde masaüstü frp oynarken kullanılabilecek pratik frp bilgisi edinmek, büyü ismi öğrenmek, aynı zamanda oyunu direkt players handbook olarak kullanmakta mümkün.


shoot em up tarzındaki oyunlar paranoyalarınızın gelişmesine yardımcı olur. her kapı arkasında vurmanız gereken birinin çıkacağınız kaygısı ile uzun süre yaşamak pek mümkün olmayacaktır.


bu oyunlar hız dürtünüzü, dünyayı ele geçirme isteğinizi ve benzeri çevreye rahatsızlık verebilecek arzularınızı ekran karşısında gerçekleştirmenizi sağlayarak sizi deşarj eder.

diyelim arabayla 300 km hız mı yapmak istediniz. giriyorsunuz need for speed underground’a, takıyorsunuz nosu, vuruyorsunuz ibreyi tavana.



lan arabayla işim olmaz bana dünya hakimiyeti gerekiyor derseniz açıyorsunuz bir strateji oyunu asya, avrupa, afrika derken alemde kıta bırakmıyorsunuz.bu tarz savaş oyunları stratejik zekayı geliştirir. öyle dan dun takımca rush atmalı savaş oyunları değil ama. bireysel olarak, yani fps olarak oynadığın, ve aşırı derecede zor olan oyunlar. bir de age of empires tarzı oyunlar.








ha günlük hayatta, sıradan bir insanın strateji oyununa ne ihtiyacı olabilir diyebilirsiniz. ben de diyorum ki, sıradan insanlar için sadece zevk amaçlı olabilir, ama herhangi bir şeyi yönetenler için gereklidir bunlar diyorum. mesela uçak simülasyonu oyunları var. tren simülasyonu oyunları var. tır simülasyonu oyunları var. bunları gerekli ekipmanlarla, yani direksiyonla pedalla falan oynarsan, bu oyunlar bile sana yardım ediyorlar zaten. çünkü tamamen gerçeğe göre üretiliyor. yani sen bu oyunları oynamayarak da öğrenebilirsin yapacağın işi, ya da bu oyunları oynamayarak da stratejik zekaya sahip olabilirsin ama, bu oyunları oynayarak kendine daha fazla şey katarsın. kendini daha fazla geliştirirsin.


bir başka yararı, bu oyunlar ciddi anlamda farklı düşünebilme yetisi kazandırıyor insana. anında karar mekanizmasını geliştiriyor. inanın bana cidden lazım oluyor ileride.


insan oynadığı online oyunlardan takım bilinci ve sorumluluk konusunda önemli dersler alıyor.bilgisayar oyunları bütün bunların yanısıra karar verme yetisini de güçlendirmekte, çabuk karar verme ve çabuk uygulama gibi alanlarda katkı sağlamaktadır. öte yandan konsantrasyonu da arttırmaktadır.





bilgisayar oyunları yaratıcılığını canlı tutar, beyin-göz-el koordinasyonunu da geliştirir.

kavrama, ayırt etme ve farketme gibi yetenekleri arttırmaktadır. hatta öyle ki, oynanan oyuna göre bu yetenekler farklılık göstermektedir.

oyunlar zamanla reflekslerinizi de geliştirir. küçüklükten beri oynadığınız oyunlar sayesinde futbol takımınızda kaleci olup takımınızı şampiyon dahi yapabilirsiniz :)



günümüzde interaktif film tadında bilgisayar oyunları vardır ve bu oyunların senaryoları herhangi bir türk filminden kat kat kaliteli senaryolara sahiptir. bu nedenle, dizi neyse, film neyse, o kalitede bilgisayar oyunları yapılmaktadır.

bu senaryolu oyunlara örnek olarak heavy rain ve the walking dead the game'i örnek olarak verebilirim.





bilgisayar teknolojisinin gelişmesinin bir numaralı lokomotifidir bilgisayar oyunları.günümüzde neredeyse bütün donanımlar bilgisayar oyunları baz alınarak geliştirilmektedir.

bilgisayar oyunları sayesinde kendi işinde başarılı olan insanlar vardır. bak mesela pep guardiola, pes oynayarak barcelona'daki sistemi kurmuş adamdır. kendisi açıkladı bunu.

hatta bizim ersun yanal'in yıllarca fm serisi oynadığı bilgisini de vermiş olalım. adam belki bu bilgiyle takımı şampiyon yapabiliyor.






ulti-tasking dediğimiz birden fazla işe aynı anda yoğunlaşmayı ve stratejik düşünme yetisini geliştirdiğini de ortaya konmuştur. starcraft oynatılan denekler hızlı düşünme, strateji kurma ve multi-tasking öğelerinin altından başarıyla kalkmıştır.


oyunlar sadece oyun değil artık, eğlencenin yanında sanat içeriyorlar. sen beyoğlunda bir film festivaline gidince kendini ne kadar entelektüel hissediyorsan, ben de metal gear solid oynayınca kendimi öyle hissediyorum. no offence



17 Mart 2014 Pazartesi

#ŞaibeliYGS





ülkece skandaldan başka bir halt becerebildiğimiz yoktu zaten, şahtık şahbaz olmuşuz bugünkü açıklamaya bakılırsa.
 bu sene kaosun içindeyiz, ne hikmetse yine bize denk geliyor böyle şeyler..

şakirtleri yerleştirmek için bu kadar sene uğraştıktan sonra bu sene şakirtleri yerleştirmemek için uğraşacaklarından bayağı civcivli olacağa benziyor bu sene ki sınav
gecesini gündüzüne katarak ders çalışan öğrencilerin emeklerine yazık olacak.

soruların bir kısmı açıklanmayacakmış 2014 YGS'nin. gerekçeleri de ölçebilirliği yüksek soruları tekrar kullanabilmekmiş. koskoca ösym'siniz, ölçebilirliği yüksek soru hazırlamaktan mı acizsiniz?
"çok ölçücü, nitelikli sorular koyuyoruz onları bir daha kullanmamaya kıyamıyoruz bu yüzden kitapçığı vermiyoruz:)):))"
diyen zeka ürünü insanlar hazırlıyor bu sınavı, daha açıklamaya gerek var mı?
"amca tüm yılın var hazırlamak için onu da mı yapamıyon, mal mısın allasen?" dedirtir.
hay sikiyim ya bak yine sinirlendim...

4 Şubat 2014 Salı

breaking bad'i özledik



Öncelikle söylüyorum. Babalar gibi SPOİLER içerir. Diziyi izlemeyenler okumasın




tüm kötü şeyler sona erdi. şu saatten sonra ciddi bir şey yazamıyor insan. insan bu diziyi izleyince mal mal ekrana bakıyor.. resmen oyuncağı alınmış troll gibi kaldık



breaking bad neden en çok sevilesi?



sinema kalitesinde sahneleri vardı.
dizi senaryo açısından 'nasıl yazılır'a örnek... bunu herkes kabul ediyor zaten. 
ben şahsen kamera diline hayran kaldım. çekim açıları, çekim teknikleri bu kadar mı yaratıcı ve güzel olur. adamlar  teknik açıdan çok üstünler. o renkler falan süper lan



 albuquerque’yi bize çok iyi tanıttı



insana albuquerque'ye gidip anlamsiz anlamsiz çöllerde gezme isteği uyandırıyor.
meksikadan farkı olmayan çorak bir yer bi bakmışız ki diziden sonra turistleri akın akın çeken bir mekan olmuş.
 sırf walter reis'in soluduğu havayı solumak için albukorki'ye uğrayan, onlar kadar şanslı olamadığımız türkler bile var


sizler için küçük bir gezinti ayarladım. 
heisenberg reis'in new mexico'daki evini google maps'te buldum. 
mouse veya klavye yardımı ile albuquerque sokaklarında boş boş dolanarak, bir nebze olsun özleminizi azaltabilirsiniz.
buraya tıklayın

bize kimyayı sevdirdi

bu diziyi kimya sevmeyenlerin gözüne sokmak lazım. insanların 2 tozu birleştirerek neler yapabildiğini çok güzel anlatıyor. o neydi bu neydi derken, neredeyse insana periodik cetveli ezberletiyor. küçük kardeşime bu diziyi izlettim, çocuk şimdiden kimyager olmaya karar verdi. o derece über bir dizidir breaking bad.





bu diziyi izleyen kimyacılar esrarengiz bir kişiliğe bürünmeye başlıyor.

walter white tarzı arazi olmalar,
okul müdürüne ''say my name'' şeklinde absürt sorularla yaklaşımlar,
okul laboratuvarında pamuğa 'tentürdiyot' dökerek kristal meth yapacağını sanmalar falan
herkes bi anda heisenberg havasına girdi. 






kimyasal reaksiyonlarda olduğu gibi;

tepkimeye girecekler ve eşik değerini aşacak kadar enerji, bir iki katalizör
sonrasında şenliği seyret. dizinin formülü bu sanki


walt'ın da dediği gibi
chemistry is magic.
chemistry must be respected!


değişim psikolojisini sürükleyici bir biçimde anlattı





 bu dizi insan ilişkilerini ve insanların geçirdikleri değişimi karakterlerine aşırı ama olası durumlar yaşatarak izleyiciye sürükleyici bir şekilde veriyor.
walt'ın değişiminin çevresindeki insanları etkileyişi ve herkesi kötüye çevirişi...
hikaye sanki bir dostoyevksi romanı, pink floyd'un wish you were here albümünden bir parça…

dizinin en başından beri değişimi kabullenme süreci ve başkalaşımı çok iyi görüyoruz.
değişimin ne denli mücadele gerektiren zor bir durum olduğunu, hislerin mantık ile paralel ilerleyebilme ihtimalini, neyin ne zaman suç olabileceğini, gelecekte bu gün suç kabul edilen şeylerin ve ahlaki düzenin değişebileceğini yada değiştirilebileceğini sorgulatıyor bize dizi.


örneğin uçak kazasından sonra okulun spor salonunda walter white’in konuşması vardı. O konuşmada walter kendisinden bahsediyordu, hayatında geçirdiği değişim, yaptıkları ve yaptıklarından duyduğu suçluluk ama aynı zamanda içindeki değişimi kucaklayışını, kabullenişini anlatıyordu. şimdiye kadar yaşadım, bunlarla da başederim, yaşarım der gibiydi. zaten konuştuklarını oradakiler anlamadı, kendi kendisine konuşuyor gibiydi.

yazının başında söylediğim gibi, breaking bad bir dönüşüm hikayesidir. adalete, hukuka, inanca, topluma bakışın değişimini/dönüşümünü anlatıyor. dizide bugün kesin emin olduğumuz inançların aslında bir vuruşluk canı olduğunu görüyoruz. o vuruşu vurabiliriz, yeter ki hayat bize o noktaya getirsin. bir hamlede her şey değişebilir. breaking bad’de bölümler boyunca baş karakterlerin dönüşmelerini izliyoruz. görüyoruz ki hiç bir şeyden tam olarak emin olamayız, kendimizi o kadar da iyi tanıyamayız. değişim hayatın içinde her an vardır ve tam yanıbaşımızdadır







dizinin ilk bölümünde dizinin ana temasını bizlere anlatmıştı zaten mr.white.
elementlerin kendi aralarında kimyasal etkileşimleri, değişimleri,kovalent bağ yapmaları, türlü türlü değişimlere uğramaları v.s.
işte dizide de karakterlerin değişimleri, o kadar güzel anlatılıyor ki...sanki atomların kendi aralarında slow motion etkileşimlerini izliyoruz...
mr.white'in heisenberg'e dönüşmesi, işsiz güçsüz junk jesse pinkman'in vicdanı ile muhasebeye girmesi. skyler white'in çıldırmaları. herşey ama herşey değişim ile ilgili. tabii bu değişimin merkezinde kimyacımız var.




ilk sezondaki pısırık, kurallara uyan adam gitti; yerine dengesiz, bencil ve yaşamak için herşeyi yapabilecek kapasitede biri geldi. ilk başta kanser olduğu için normal karşılamıştım; ancak daha sonra gücü hissetmeye başladığında o da herkes gibi dark side'a geçmeyi tercih etti. daha ikinci sezonda jesse'nin kız arkadaşının kendi kusmuğunda boğulmasına göz yumması, 3. sezon sonunda jesse için 2 tane herifi biçmesi, ve de 4. sezonda yaşayabilmek için yaptığı ölümcül plan, kendi hayatını kurtarabilmek için bir çocuğu bile tehlikeye atması,

walter'daki karakter değişimini o kadar ince ve güzel işlediler ki o garip, zavallı, iyi adamın son zamanlarda tamamiyle anasına sövülesi bir hale gelmiş oldu

sonuçta walter'ın da dediği gibi; kimya bir değişim işidir...




dizide ki bir sahneyi buraya taşımak istiyorum.

jesse ve jane arabada oturuyordur. jesse sanattan konuşmaya başlar. aynen şöyle bir konuşma geçer aralarında:
 jesse: biliyor musun hiç anlamıyorum. neden birisi defalarca, düzinelerce bir kapının resmini çizer ki?
jane: fakat aynı kapı değildir ki!
jesse: gayet de aynıdır.
jane: aynı objedir ama her defasında farklıdır. ışık farklıdır, sanatçının ruh hali farklıdır, her çizişinde başka, yeni biridir artık.

walter'ın her doğum gününde eve giriş sahnesine, karesine bakalım:




aynı kapı, farklı ışık, walter'ın farklı ruh hali, walter'ın her defasında farklı bir adam olması. değişim...

evet. şimdi bir de şunu anımsayın, bu değişimler sırasında, göze batan en küçük bir iğretilik, bir olmamışlık var mıydı? yoktu. işte bu dizinin efsane olmasının sebebi budur bence...



büyük aktörlerden övgüler aldı

anthony hopkins gibi birine 2 hafta süren bir baştan sona izleme maratonu sonunda, duyduğu hayranlığı dile getirmek için mektup yazmıştır.

o mektup
 bryan cranston abimiz galler kaplanı, ululardan ulu, erenlerden ermiş hannibal tarafından kutsandı özetle.


televizyon tarihinin en zeki intikamlarına sahipti


intikam finalleri en vurucu final çeşitidir. izleyiciyi huzura kavuşturur. breaking bad gibi üstün bir dizi tabii ki kusursuz intikam finaliyle bitmeliydi. bunu da son derece güzel yaptılar. 

 dizi aslında sürekli intikam konusu içinde geçiyor.

gus'ın partnerinin öldürülüşünden dolayı saran intikam duygusu,
jesse'nin todd'u öldürüp ondan andrea'nın ve ölen bisikletli çocuğun intikamını alması,
gus fring’in salamanca ile olan intikamlaşmaları,
walter'in lydia’nın çayına risin'i karıştırması, 
walter'in son bölümde makineli tüfekle ekibi temizlemesi 
vs...





ezberlediğimiz replikleri vardı













introsu insanı baştan çıkarıyordu
aşık olduğumuz soundtrackları vardı.



insanın mutfağa gidip bi tencere meth pişiresi geliyor.

Heisenberg Song - Negro y Azul

 kahramanlarımızın durumunu anlatmaktadır bu şarkı. muhteşem devam eder. arada danny trejo gözükür ve şarkı şoke edici bir biçimde biter. yaklaşık 4 dakikalık şarkıyı klibi eşliğinde baştan sona dinlemişizdir. "noluyor lan" demeye kalmadan meşhur jenerik girer. breaking bad kancayı demirle atmıştır. bugune dek bir dizide gordugum en orjinal ipucu verme ve merak uyandirma yontemidir. daha 2. sezondan herkesin anlayamayacağı üstü kapalı bir biçimde hikayenin sonunu söylüyor aslında

Badfinger - Baby Blue 

                                        


finalden günler geçse bile dinleyenlerin üstüne bir hüzün çöküyor.walter white o derece his yüklemiştir bu şarkıya. sanki şarkı dizi, dizi şarkı için yazılmış adeta.
ne zaman dinlesem meth mekanında walter reisin o yüzündeki gururlu, sırıtkan ve kazanları okşarken, gaz maskesini tutarkenki görüntüsü geliyor.

Breaking Bad Season 4 - If I Had a Heart 




jesse pinkman'ın dibe vuruş fon müziği, bitch!
jesse'nin düştüğü hali izlerken arkada çalar ki şarkı mı daha karanlık yoksa jesse mi bilemez insan. en nihayetinde birbirlerinin sözlerini tamamlayan çok yakın kader arkadaşları gibilerdir.
 bu şarkı iyi bir insanın yaşadığı kötü anları tanımlamıyor, direkt olarak bir insanın karanlık tarafına hizmet ediyor.
beklenmeyen anda çalmaya başlayınca dikkati sadece kendine çeken, düşünceleri durduran, uyuşturan bir parçadır. 

ufak bir bilgi olsun; breaking bad bu parçayi kullandıktan sonra;
vikings'in açılış müziği olmuştur.
person of interest 1. sezon 15. bölüm,
following in 1.sezon 7.bölüm,
the originals'ın 1. sezon 11.bölüm'de de kullanılmıstır.




Apparat - Goodbye







en başarılı kötülerden biri olan gustavo fring'in o eceline yürüyüşü gelir akıllara her seferinde. her güzel şeyin olduğu gibi breaking bad'in de sonu olduğu hatırlanır ve hüzünlenir insan.
düşme hissi yaratıyor bu apparat şarkısı. ardınızda bir şey bırakarak düşüyorsunuz hissi dinlerken bünyenizde hissettiriyor. düşeceğiniz bir yer de yok aslında.


yan karakterleri ana karakterlerden daha çok sevdiğimiz zamanlar oldu. 




saul goodman dediğimiz adam avrupa yakasında ki burhan altıntop'un avukat olmuş hali. adamın soyadı bile avukatlığa uygun. kampanya gibi soyisim. ben bu adam da inanılmaz fırsatlar varken müvekkillerini birbirlerine ispiyonlamamasını sevdim. better call saul. yo bitchs! adamım benim dizide en sadık köpektir kendisi, müşteri daima haklıdır düsturundan yola çıkmıştır kendisi daima. sezon bu kadar devam ettiyse, kendisi sayesindedir. kendisi gerçekten diziye çok ayrı bir hava katmıştır, o sürekli ortalığı toparlamaya çalışan abi havası ve mütevaziliği olsun, dea ajanlarına verdiği ayarlar olsun, höt dedin mi göt diyen alçakgönüllülüğü olsun ahahaha. 10 numara adamdın, inşallah yarabbim sana güzel bir gelecek sunmuştur, yeni hayatında başarılar, zaten seneye yeni bir yapımla karşımıza çıkacakmıssın, seni izlemek zevkli olucak. 







ya kimse sevmemiş ama sarışın romeo todd. bu çocuğu neden sevmediniz olm? kime ne zararı olmuş. bu çocuktan garson bile olmaz o kadar naif çocuğu tutmuşlar, neo-nazi çetesinin en önemli elemanı yapmışlar. 5*14'te çatışma sahnesinde bir silah kullanışı vardır ki, silah resmen eline yakışmıyor ahaha. bak ne dicem? jesse'nin ölümünü 2 kere erteleyen bu adam değil miydi? jesse ile geçmişimiz var deyip, ona dondurma götüren bu adam değil miydi? abayı yaktığı gergin motor karı skyler ölecek dediğinde, aşkına sünger çekip, walt reyiz'e saygımız var abla kusura bakma, bizde saygı en önce gelir deyip skyler ve holy'e dokunmayan bu adam değil miydi? hepsini geçtim.... son bölümde içerideki herkes öldükten sonra, ürkek ve korkmuş bir çocuk gibi dışarıya bakıp, mr.white... demesi. çocuk önce davranıp jesse ve walt'ı vurabilirdi ama yapmadı. şunu diyeceğim dostlarım; bu çocuk gerçekten diziye yeni bir renk katmıştır son bölümlerde ve iyi bir çocuktur. her iş gelirdi elinden, kimseye de yamuğu olmamıştır inanın, ben kefilim





holly:dünyanının en küçük aktristi,  ulan adamlar resmen 1,5 yaşında ki bebeğe bile rol yaptırmışlar ya.
14. bölümde hiçbir şey koymadı holly'nin ağlaması kadar








final sonrası asıl mağdur olan adam huell babinaeux'dur. lan, adam hala odada bekliyor.
seni para yığınının üstüne yatmış şekilde hatırlayacağız koca adam.






 böyle bir dizinin hiç farkında olmasaydım,  başka diziler keyifli olmaya devam edebilirdi. 
seni unutmayacağız...